HOPE PARKER,
Sihir evrende değil, ruhumuzda. Güç bilekten değil, kalpten gelir. Umut bir istek değil, inançtır. Ve Adish Parker'a dair tüm umudum, onun sihrinde ki güçten geliyor.Ben Hope Larsen. Belki de Parker. Ben bugün Adish Parker'ın bir yüzüyle daha tanıştım. Ve bu inanılmazdı.
Her gün bana farklı biri olarak gelse de bu inanılmazdı. Çünkü karşıma her çıktığında, dik bir şekilde durduğunda bana korkuyu değil, güveni hissettiriyordu. İnanmak gerektiğini. Bunu seviyordum.
Merdivenlerden aşağıya indiğimde gözlerim Adish'i arıyordu. Etrafta yoktu. Bu sefer mutfağa doğru ilerledim. Belki de oradaydı. Ancak düşündüğüm gibi olmadı. Mutfak girişinden başımı uzattığımda burada da yoktu. Tam geri çekilecektim ki sırtımda bir el hissettim. "Hope?" Bir anda duyduğum sesle irkildim ve çığlık atarak yere düştüm. "Hey benim!" Dedi yerde ki bana şaşkınca bakarak.
"Beni korkuttun. Ne diye öyle sessiz sessiz geliyorsun ki?" Dediğimde Adish gülümsedi ve elini bana uzattı.
"Kusura bakma, izin ver seni kaldırayım. İyi misin?" Kurduğu cümleyle duraksadım ve öylece elim havada asılı kaldı. Gözlerim bana uzattığı eline takıldı. Bu cümle bana nereden tanıdık geliyordu? "Hope? Bir sorun mu var?" Elimi tutmak yerine dizlerinin üzerine çöktü ve gözlerini yüzüme dikti.
"Ben bu anı bir yerden hatırlıyorum," diye fısıldadım düşünceli bir şekilde. "Ama bulanık. Çok bulanık." Başımı kaldırıp gözlerine baktığımda elini çeneme koydu ve usulca okşadı.
"Asizalar sana unutturmuş." Dedi usulca.
"Neyi?" Diye mırıldandım.
"İlk tanıştığımız anı." Dedi diğer elini belime sarıp beni kaldırarak. Göğsüne gelen başım birkaç saniye durdu ve ardından yavaşça yüzüne çevirdim bakışlarımı.
"Biz seninle daha önce tanışıyor muyduk?" Dedim afallayarak.
"Çok uzak bir geçmiş değil," dedi omuz silkerek. "Müzedeydik. Sen koşuyordun. Bana çarptın ve yere düştün. Daha demin seni kaldırmak için söylediğim sözlerin aynısını sarf ettiğimde bana kızmıştın." Burnundan gülerek başını iki yana salladı. "Her yerde huysuzsun."
"Sende bana çarpmasaydın."
"Sen bana çarptın." Dedi kaşlarını kaldırarak.
"Sende orada durmasaydın." Dedim bu sefer. Güldü. Bense ciddiyetle gözlerimi kıstım. "Yani ben sana gelmeden birkaç gün önce tanıştık, öyle mi?"
"Yani tanışmak denemezdi. Sadece çarptın, beni azarladın ve koşarak gittin." Dedi omuz silkerek. "Ben hatırlıyorsun sandım. Gerçi anlamam gerekirdi, bana bir yabancı gibi baktığın o günlerde yani. Ama ne bileyim, bilerek yapıyorsun sandım."
"Niye şizofren miyim ben?" Dememle bir kahkaha daha attı. Çok gülüyordu bu adam. Gülünce yakışıklı oluyordu. Sinirlerimi bozuyor böyle yapınca. Bozmasın.
"Bırak şimdi bunları da ne yemek yapacaksın söyle bakalım." Dedi burnuma bir işaret parmağıyla yavaşça vururken. Düşünceli bir şekilde iç çektim. "Hiçbir fikrin yok, değil mi?" Başımı salladım. "Pekâlâ o zaman birlikte karar veririz." Elimi tutup beni kendiyle birlikte nutfak tezgahına doğru götürdü.
"Bence çok uğraştırıcak bir şey yapmaya gerek yok." Dedim malzemelere bakarak. "Sana fındık ezmeli tost yapayım mı?"
"Bu çok basit değil mi?" Dedi kaşlarını kaldırarak. Başımı aşağı yukarı salladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ASİZA VÂRİSİ
FantasiBirbirine düşman iki boyut. Kaybolan çocuk. Bilinmeyen vâris. Ve araf... Ruhların verdiği büyük bir savaşta, iyilerin ama en çokta insanların kazandığı bir dünya. Yıllardır süren düşmanlık, karmaşa, lanetler ve sonuçlar. Kartlar yeniden dağıtılıyor...