multimedya eşliğinde okuyunuz. ve tabii ki spotify listesi linki yorumda mevcut.
Sena
İnanır mısınız bilmem, Arif'i tanıyana kadar evlilik fikriyle aramda dünyalar vardı. Evlenmeyeceğim demiyordum ama evlenmeyi de düşünmüyordum. Çünkü, nasıl desem... Hiçbir erkeğe hayatımı beraber geçirmeyi isteyecek kadar ilgi duymadım.
Mutlu bir ailenin çocuğu değilim. Dolayısıyla hayatımda şahit olduğum ilk evli çift olan annem ve babam benim için hoş bir örnek değildi. İlk gençlik yıllarımda sık sık annemin neden babam gibi bir adamla ömrünü geçirdiğini sorguladım. Cevabı hiç bulamadım. Zaten sonra annem de bulamamış olacak ki boşadı babamı. Bana kalırsa annem babamdan boşanınca gerçekten yaşamaya başladı.
Evliliğe gerekli olduğu için gerçekleştirilen, yemek yemek ve uyumak kadar gerekli ve rutin bir eylem olarak bakamıyordum. Evleneceksem bunu yalnızca hayatımı daha da güzelleştirmek için yapacaktım.
Arif'i tanıdığımda ilk düşündüğüm şey onunla yaşamanın nasıl bir şey olacağıydı. Sakin, dünyevi hırslardan yoksun, sıradan bir adam. Yüzünden tebessümü eksik olmaz. Küçük bir dünyası var ve o dünyada mutlu. Ben o dünyada yaşamanın nasıl olduğunu merak ettim.
Onu ilk gördüğümde bir sahil kenarındaydı.
Naz'ın nişanının olduğu mekanın arka tarafında kalıyordu sahil.Nişan merasiminden önce telefonla konuşmak için balkona çıkmıştım.
Konuşurken sahilde gezinen gözlerim bir adamda takılı kaldı. Dizlerinin üstüne çökmüş elindeki küçük şişede duran suyu bir fidanın dibine döküyordu. Bir yandan da konuşuyordu fidanla. Üstündeki takım elbiseye yakışmayan bir ciddiyetsizliği vardı ama o ana çok yakışıyordu.Sonra ayağa kalktı, yürümeye başladı.
Hafif hafif sallana sallana yürüyordu. Kıpırdayan dudakları ve ritimle salladığı başı bana bir şarkı mırıldandığını düşündürdü.
Neşeli, kaygısız, dans ederek yürüyordu. Kendi etrafında döndüğünde gülmeden edemedim. Durdu, şişenin dibindeki suyu son olarak başka bir ağacın dibine döktü. Doğruldu, gözlerini kısarak bir noktaya bakıyordu.
Telefonu kulağımdan uzaklaştırıp balkonun demirlerine yaklaştım, yaptığım görüşme ilgimi çekmiyordu artık. Ona daha yakın olmak istedim. Oysa aramızda yüzlerce metre vardı.
Adamın baktığı yöne, ileriye baktım.
Pamuk şeker satan yaşlı bir dede vardı.Hâlâ açık olan telefonumdan mağaza müdürünün seslenmeleri kulağıma çalınıyordu ama umrumda değildi. Balkonun demirlerine yaslanmış, büyülenmiş gibi onu izliyordum.
Pamuk şeker satan yaşlı adama bir şeyler söyledi, adam gülerek ona pembe bir pamuk şeker uzattı. O da gülerek yaşlı adamın elini öptü ve pamuk şekeri alıp parasını uzattı. Gülüşü yumuşacıktı. Bulutlar gibiydi.
Sonra gidip banklardan birine oturdu, pamuk şekerini yemeye başladı. Gerçekten büyülenmiş gibi izledim onu. Saliha'nın kızı Ahsen yanıma gelip elbisemin eteklerini çekiştirene kadar ne yaptığımın farkında değildim.
Salona yeniden döndüğümde bile neşeliydim. O adamın etkisi üstümdeydi. Göğüs kafesimin içi bir sürü pembe pamuk şekerle doluydu sanki.
Sonra zaten onu salonun öbür ucunda bir erkek topluluğuyla gördüm. Naz'ın müstakbel eşi de yanlarındaydı. Kim olduğunu öğrendim böylece.
İşte Arif, hayatıma böyle girdi.
Hiçbir şey yapmadığı halde benim bahçemde açan güzel kokulu, büyüleyici bir çiçek gibiydi.Birgün Naz ile alışverişe giderken bizi bırakan Fatih durup Naz'a,
"Bak burası da bizim Arif'in evi..."
Diye öylesine işaret edince onun küçük dünyasını da öğrenmiş oldum. Sonrası çorap söküğü gibi geldi.Evinin arka sokağından geçerken çiçekleriyle konuşmasını duydum bazı sabahlar. Aramızdaki kocaman duvara yaslandım, gülümseyerek dinledim menekşesine halinin hatrının nasıl olduğunu soruşunu. Yeni ektiği güle yerini yadırgamamasını, onu çok sevdiğini söyleyişini duydum.
Onu dinleyebilme ihtimalim içimi öylesine kıpır kıpır ediyordu ki yolumu uzatıyordum evinin önünden geçmek için. O taraflarda işim çıksın diye kendime mekanlar belliyordum.
Bu manavın meyveleri daha taze, buradaki markette daha çok indirim var, bu pastanenin tatlıları daha güzel...Aslında bu sokak daha güzel.
İçinde Arif gibi bir adam yaşadığı için bu sokak dünyanın en güzel sokağı.Ben hep ne istediğini bilen biriydim. Hayatım hiç kontrolüm dışında karmaşıklaşmadı. Net oldum, isteklerim net oldu. Hiçbir şeyden kaçıp saklanmadım, peşine düştüğüm şeyi bırakmadım.
Yine de hayatımda belki de ilk kez hayatımı karmaşıklaştıran ben oldum.
Çünkü Nane olduğunu öğrenmek ona karşı hissettiğim ilgiyi on katına çıkarmıştı.Kendime aynı soruyu defalarca kez sordum, Nane Arif olmak zorunda mıydı?
Beni en çok kıran insanla en çok iyileştiren insan aynı kişi olmak zorunda mıydı?Küçük dünyasına hayran olduğum adam, beni çizimleriyle kendisine hayran bırakan adam çıkmıştı.
Aslında Arif, dünyanın en hayran olunası adamıydı.
Nane'ye olan kırgınlığım belki de Arif'e olan merakımın altında kalıyordu. Merak ediyordum, kaygısız görüntüsünün ardındaki kaygıların sebebini, bana karşı ördüğü duvarların sebebini.
Bu zamana değin ilgimi çeken hiçbir şeyin peşini bırakmadım. Ve ne yazık ki dünyanın en hayran olunası adamının peşini de kolay kolay bırakabileceğimi sanmıyorum. Bunu zor da olsa kabullendim.
Bir bardak su verirken bile ılıştırma derdi taşıyan, çiçekli terliklerinin içinde ayaklarımın kaybolup gittiği, yemek yaparken Domates Suyu ve Karanfiller dinleyen, anahtarlığında küçük bir papatya sallanan, güldüğünde göğüs kafesimin içini bir sürü pembe pamuk şekerle dolduran bir adam tanıyorum.
Bu adamı kaybetmek istemiyorum.
(...)
Selamlar, Bonjour ve Ciao! :)
Bu bölüm bana çok özel hissettirdi nedense. Arif kendini ne kadar basit, sıradan ve aşağılık görüyorsa Sena'nın da ona bir o kadar hayran olduğuna şahit olduk. Ne düşünüyorsunuz?
Bu arada bir sonraki bölümde artık panoranın kutusu açılıyor. Evet, Arif'in meçhul geçmişi.
Herkes hazırsa biz çoktan hazırız.
Meçhul zamanların birinde görüşmek üzere!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Arif
HumorSevgili dostlarım, sizlere dünyanın en efsanevi aşk hikayesini vadetmiyorum. Tüm kurgusal dünyaların içindeki en efsanevi karakter olduğumu da iddia etmiyorum. Bendeniz bir garip Arif. Süper havalı bir işim yok. Acayip bir zekam yok. Bir bakışımla s...