Bölüm: "20"

113 17 16
                                    

Taehyung rahatsızca gözlerini kırpıştırdı. Boynunda hissettiği feci acı bir yana, ağzı kupkuruydu. Su. Suya ihtiyacı vardı. Kalkmak için hamle yapmak istedi, ama yapamadı. Ölü gibi hissediyordu.

Ölmüş müydü?

Boğazını tükürüğüyle de olsa ıslatabilmek için yutkunmaya çalıştı. Yeterli değildi.

"Yardım edin' demek istediğinde dudaklarından dökülen tek şey cılız bir inilti olmuştu. Gözleri güçsüzlükle tekrardan kapandığında önce açılan bir kapının, ardından ona yaklaşan adımların sesini duydu. Soğuk bir el cayır cayır yanan yanağını kavradı ve yumuşak dudaklar alnına değdi.

"Jungkook..." Bu defa konuşabildiğinde onun ismini söyledi. O olduğunu biliyordu. Ondan ve annesinden başka kimse Taehyung'u gerçek anlamda sevmemişti, şimdi yanaklarını okşayan parmaklar ise ancak Taehyung'u incitmekten, kaybetmekten korkacak birisine ait olabilecek kadar şefkatliydi.

Gözlerini açmak istiyordu. Bunun için her şeyini feda edebilirdi. Koruyucu meleğine bakıp gözlerinin akındaki karanlığa sığınmalıydı.

Başı boynunun arkasından kavranıp yumuşakça yukarı kaldırıldı. Dudaklarına dayanan, bardak olduğunu tahmin ettiği şeyden ağzında kayıp boğazına akan sıvıyı yudumladı. Yeterince içtiğini hissettiğinde bardağı tutan kişi bunu anlamış gibi başını yastığa geri koydu.

Adım sesleri uzaklaşırken ağlarcasına inledi. Neden gidiyordu? Sesini duymaya ihtiyacı vardı. Neden Taehyung'la konuşmuyordu? Taehyung, Jungkook'la konuşamayacak durumda olabilirdi, ama dinleyebilirdi. Ne biçim bir cennetti burası?

Bir çok şeye şahit olmuştu. Acı çekmek kaçınılmazdı. Ölüm nasıl ayırıyorsa sevenleri, ya da sevenler nasıl bırakıyorsa birbirini, sevgi nasıl dönüşüyorsa nefrete, veya öfke nasıl uzanıyorsa kalbe, cehennem nasıl üşütüyorsa yeri geldiğinde, ya da cennet nasıl yakıyorsa cehennemin ateşiyle, hepsi bir parçasıydı hayatın.

Gözyaşları yanaklarından akmaya başladığında hıçkıracak gücü yoktu. Güçsüzdü. Hayatta olup olmadığını bile bilmiyor, emin olamıyordu.

Daha önce hiç nasıl ölmek istediğini düşünmemişti. Şimdi kararını vermesi gerekirse, sanırım Jungkook'un kollarında vermek isterdi son nefesini. Jungkook'tan önce yaşadığını hissedecek kadar mutlu olduğu bir an yoktu, ama Jungkook... Jungkook'un kollarını etrafına sardığı her an Taehyung için yaşadığı tüm acıların getirdiği hüznü verdiği huzurla tehtit edebilecek ve kazanıp Taehyung'a yaralarını unutturabilecek kadar merhametliydi.

Jungkook'tan önce tek dileği ölmeden önce yaşayabilmekti. Tanrı onu Jungkook'la karşılaştırarak gözyaşlarıyla tütsülenmiş yalnızlığının içinden ettiği duayı kabul etmişti.

Biraz sessizce ağladıktan sonra tekrardan kapandı bilinci.

Rüyasında alevler içinde bir adam gördü.

Gözlerini tekrardan açtığında daha iyiydi. Hareket edebiliyordu. Uyuşukça yatakta doğrulduğunda odanın karanlığı ona sabah olmadığını düşündürmüştü ilk önce, ama kapalı perdelerin kenarından süzülen günışığı havanın henüz kararmadığını söylüyordu. Ayağa kalktı.

Evdeydi. Jungkook'un odasındaydı.

Kolunda serum izleri vardı. Kaybettiği onca kana rağmen hayatta kaldığı göz önüne alınırsa kan naklinde bulunulmuş olmalıydı. Boynu, ısırıldığı yer güzelce sarılmıştı. Jungkook, Taehyung'la ilgilenmişti.

Jungkook. Taehyung, Jungkook'u görmek istiyordu.

Onu bulmak için odadan çıktı. Salona gittiğinde mutfak, diğer odalar ve hatta koridor gibi salonun da perdeleri çekiliydi. Jungkook'un karanlığı sevdiğini biliyordu, ama Taehyung sevmezdi ve şimdiden ışıksız kalmak boğuluyormuş gibi hissetmesine sebep olmuştu bile.

İ𝖓 𝕿𝖍𝖊 𝕳𝖊𝖆𝖙 𝕺𝖋 𝕿𝖍𝖊 𝕹𝖎𝖌𝖍𝖙Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin