Kiberas'dan
Nefes alamıyordum, ciğerlerim havayı alabilecek güçte değildi. Refleks olarak, ellerim göğsüme gitti ve birkaç saniye de olanlar oldu.
Toprak tarafından, adeta kusularak ve bir kuş gibi havalanarak atılmıştım. Sert toprağa düştüğümde, içimden lanet etmek geçse de sızım sızım sızlayan sırtım buna engeldi.
Güneş! Işığınla sev.
Gökyüzü! merhametinle yaşat.Büyük bir ihtimalle, bütün gece bilincim kapalı olarak kalmıştım burada. Eminim ki! Kamp alanındaki öğrenciler ve arkadaşlarım endişelenmiş ve beni arıyorlardır.
Gerçi etrafıma bakmadığımda fark ettim! Akıl mı kalmıştı?
Şimdi ne suyun içindeydim ne de üzerim ıslaktı, aksine elbiselerim kupkuru ve sıcaktı.
Bu işte bir terslik var ama ne olduğunu anlayacak kadar aklım yerinde değildi.
Başım ağrıdan çatlıyor, bedenim de yer yer kramplar hissediyordum.
Fakat bir ses duyduğuma emindim.
Bu bir bağırıştı. Şevkle ayağa kalktığımda, yüzüm aynı hızda dumura uğramış, hüsran kırışıklıkları hükmetmeye başlamıştı.
Nedeni de, gökyüzünde üç tane gezegen olmasıydı.
"Hadi ama bu bir şaka olmalı! Uyuyorum değil mi? Bu gerçek olamaz." Kendimden geçmiş bağırarak ağlıyordum.
Ne oldu bana?
Uzaktan atların kişneme seslerini duydum, içimde bir umut peyda oldu.
Eğer, birini bulabilirsem ona nerede olduğumu sorabilirdim.
Yarı sevinç, yarı hüzün, yarı heyecanla gelenleri bekledim.
İki tane atlı geliyordu, yaklaştıkça beyaz zırhlı olduklarını gördüm.
Onlara el sallamak niyetindeydim ki, sol kolumdan bir ok yiyene kadar.
Acı ile yere yığılıp, benim için kopma derecesinde olan koluma, acıdan dolan gözlerle baktım. Baktıkça ağladım, kanla kaplı kolumdan bakışlarımı bana bunu yapana çevirdim.
Şimdi yüzünü gizleyen miğferi çıkarmış, öylece bakıyordu. Olay bununla da bitse iyi ama tanrıların ellerinde yoğurulmuş tenleri, Pamuklar kadar beyaz, elmaslar kadar göz alıcıydı.
Olan bitene rağmen kolumun acısını unutmuş, karşımda bana bakan kızgın genç erkeklere bakıyordum. Kulakları yukarı doğru sivrilmiş, uzun beyaz saçları vardı.
Sağ tarafta bulunan hareketlendi ve kolumu tuttu. Parmağıyla sert bir şekilde yarama bastırdı, ağzına götürdükten sonra ise kaşları havalandı.
" Sen kimsin? Cevap ver! Irkın nedir?" Dedi öfkeyle.
Diğeri de sağ olan kolumdan tuttu, diğerine dönerek konuşmaya başladı.
"Eğer buradan değilse onu kale'ye götürmemiz yeterli, bu şekilde sorgulayacak kadar yetkili olmadığımızın gayet farkındasındır." Dedi.
"Peki onu kale'ye götür, ben burada kalıcam önce treor'u bulmam gerek, sana yetişirim." Dedi.
Bana acı veren tutuşu serbestleşti. Ondan beklenmeyecek şekilde elimi tuttu ve atına bindirdi.
Kolumun acısı ile birlikte yüzümü buruşturmaya devam ederken, sanki buna katlanamıyor gibi görünüyordu.
Bu sinir bozucuydu, önce gelip yaralayın sonra da öfkelenin.
Dikkatimi dağıtmak için etrafı izlemeye başladım, gerçekten de farklı bir yerdeydim, bambaşka bir dünyada'yım ölmüş olma ihtimalim bu durum için daha uygun olurdu. Burada çimler yeşil değildi. Parlak bir bebek mavisi haldeydi, açıkçası bu şekilde çok olağandışı bir yandan da hoş görünüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ektasyan Geçidi
FantasyKiberas Adams herkesin gıpta ile baktığı taşradan dönemin popüler ingilteresine gelen tatlı bir hanımefendi. Herkesin bir hikayesi vardı kiberas'ın ise anlatacak birden fazla hikayesi oluşacaktı. Tanrının kutsal evrenini görecek ve bir daha asla ay...