7. Bölüm

132 19 78
                                    



Yunho


Bunların hepsi bir şaka olmalıydı. Evet evet, kocaman bir eşek şakası.

"Hongjoong sen bizimle dalga mı geçiyorsun?"

Önümüzdeki uçsuz bucaksız ormana bakarken Hongjoong'un 'Ha ha çocuklar komik olmayan bir  şaka yaptım. Hadi düzgün bir piknik yerine gidelim' demesini bekledim. Onun yerine..

"Yoo neden dalga geçeyim ki, gayette ciddiyim"

Elleri belinde koca ormana dönük bir şekilde, yüzünde mutlu, aynı zamanda gururlu bir ifade vardı. Hayır, sizin hayalinizdeki gibi bir piknik yerine gelmedik. Her şeyi geçtim düz bir alan yok, telefon bile çekmiyordu. Her yer ağaç, ağaç ve daha çok ağaç. Tabi taşlar ve kayalar, bildiğiniz dağlık alan işte. Buraya gelmemiz bile mucizevi bir şeydi, sekiz erkek tek arabaya nasıl sığdık ben bile merak ediyorum. Bi ara nefessizlikten öleceğim zannetmiştim. Her neyse, peki şimdi ne yapacaktık bu dağın taşın içinde. Ah ahh bende Hongjoong'u zeki bilirdim. Mingi ile yan yana durdukça yavaş yavaş aynı zekayı paylaşmaya başlıyorlar galiba.

"Beni takip edin çocuklar"

Hepimiz 'Hongjoong'un bir bildiği vardır' umuduyla onu takip etmeye başladık. Yürüdüğümüz yollar taşlı ve dik olduğu için düşmemek için mücadele veriyorduk. Herkes sevgilisiyle el ele tutuşup düşmemek için birbirlerine tutunurlarken ben ve Seonghwa kendi başımıza ayakta durmaya çalışıyorduk. Seonghwa bi an gerçekten düşecekti ki  hemen yakınında olduğum için koluma sımsıkı tutundu. Ani bir refleks ile ben de ona tutundum. Durum biraz garip olsa da düşmekten iyidir.

En sonunda düz bir yere gelebildik. İleriye doğru baktığımda küçük ve tatlı bir kulübe gördüm. Güzel bir yere benziyor. Hongjoong tam olarak beklentilerimi karşılamasa da, buna da razıyım en azından oturacak ve dinlenecek sakin bir yer.

"Bu kulübe bana büyükannem ve büyükbabamdan kaldı. Küçükken ailemle hep buraya gelirdik. Aklıma burası geldi o yüzden sizi de getirmek istedim."

Aslında güzel düşünülmüş bir yerdi. Tabi böcekleri, her yerimizi çizen çalıları ve belki de vahşi hayvanları hesaba katmazsak. Bu yere biraz daha olsun ısınsam da bazıları benimle aynı fikirde değildi.

"Hongjoong nereye getirdin bizi ya" geldiğimizden beri sevgilisinin yanından hiç ayrılmayan Wooyoung burayı sevmemişti.

"Ya burda ayı filan varsa-"

"Yok artık"

Hongjoong yavaş yavaş sinirleniyordu. Tamam belki biraz abartıyorduk. Adam o kadar bizi düşünmüş kendince bi şeyler hazırlamış, idare etmek zorundayız. Biraz daha kendi aramızda neden burda olduğumuzu tartıştıktan sonra aldığımız malzemeleri kulübenin içindeki küçük mutfağa yerleştirmeye başladık.

Gözlerim yine Seonghwa'ya takılmıştı. Aldığımız sebzeleri büyük bir ilgiyle iyice yıkıyordu. Geldiğimizden beri hiç bir şeyden şikayet etmemişti. Hatta çok konuşmamıştı bile, ama yüzünde mutlu olduğuna dair gerçekçi bir gülümseme vardı. İçim ısınmıştı. Gerçekten güzel bir gülümsemesi var. Gözlerimi ondan çekmek istedim ama yapamadım. En sonunda dönüp bana baktı. Birkaç saniye sadece gözlerimizin içine baktık. Sonra kafasını çevirdi. Utanmıştı. Kulaklarına kadar kızarmıştı. İstemsizce gülümsedim ve başka şeylere odaklanmaya çalıştım. Neyse ki çokta zor olmamıştı. Duyduğum çığlık, saniyesinde beni kendime getirmişti. Wooyoung. Şaşırdım mı. Hayır.

"Ne oluyor lan yine" Seonghwa ve ben hızlıca kendimizi kulübeden dışarı attık.

"Ne bu tantana?!" ahh buradaki insanlar beni fazlasıyla sinir ediyordu. Bir kişi hariç...

 KAHRAMANIM ✧yunhwa✧Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin