On Beşinci Bölüm

110 17 2
                                    

"Söyle bana neden kaldırdım kendimi yerden tek başıma Olmadın zor anımda hiç söyle bana neden Yaşıyorum bi' şekil, gerek duymuyorum yardımınaSarılıyorum anılarıma, dur, söyle bana neden"

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


"Söyle bana neden kaldırdım kendimi yerden tek başıma
Olmadın zor anımda hiç söyle bana neden
Yaşıyorum bi' şekil, gerek duymuyorum yardımına
Sarılıyorum anılarıma, dur, söyle bana neden"





Birkaç yıl önce, kendimi romantik filmlere ve dizilere vurmuştum. Bir de genç kurgu kitaplarına tabii, o kendimizi ana karakterin yerine koyduklarımızdan özellikle. Her türlü romantik komedi sektörünü bitirmiştim belki de.

Okuduğum her kitapta kusursuz bir aşk mevcuttu zaten. Bazıları vura kıra başlıyordu, düşmandı karakterler. Nefretten sevgiye dönüşen bir hikayeyi inceliyorduk. Bazıları klişe bir tanışma yaşıyorlardı, herkesin aklına gelebileceği ve alışık olduğumuz basitlikteki tanışmalar. Bazıları sıra dışı tanışıp pembe bulutların içinde süzülerek mükemmel bir hayata koşuyorlardı iki kişilik yaşayacakları. Filmlerde keza öyle.

Hepsinin ortak noktası, kendileri için en doğru olan insanı bulmalarıydı genç yaşlarında. Veya orta. Hepsi çok aşık oluyordu, sevdiğini kazanmak için bin türlü taklalar atıyorlardı. Sonra sürprizlerle dolu, bol öpmeli koklamalı bir döneme giriyorlardı ve mutlaka birlikte yaşlanıyorlardı. Birbirlerine sadık kalıyorlardı, çoluk çocuğa karışıyorlardı belki de sonradan.

Doğru kişi olduğunu biliyorlardı bir şekilde karşılarındaki insan her kimse artık, bir şekilde anlıyorlardı. Belki kollarını sarışından, belki bir öpüşünden, belki bir şefkatli saç okşamasından, belki küçük detayları bile hiç unutmamasından veya her konuda onun yanında olmasından...

Gerçek hayatta bunun böyle olmadığını anlamam zor olmamıştı. İnsan izlerken de içten içe biliyor aslında bunu, okurken güzel ama o kitap kapağı kapandığında kendi hayatında böyle bir şeyi bekleyemiyor tam anlamıyla insan. Bu kadar güzel sevmeyi veya sevilmeyi, aslında ikisinin birden olmasını hiç beklemiyor. Bir umut istiyoruz belki ama uzak bir ihtimal işte. Sonuçta kimseye güvenememek, sadakati bilmemek, sevmeyi gösterememek yahut yanlış göstermek çağımızın hastalığı.

En azından benim için bu böyleydi ancak Oflaz beni öptüğünde o uzak olan ihtimal çok yakın gelmişti gözüme. Sanki uzansam tutabileceğim bir balonun ipiydi ve karşılık verdiğimde, ellerini belime yerleştirip öpüşünü daha istekli bir hale getirdiğinde o ipi yakalamış gibi hissetmiştim. O ipi yakalamış ve kaçmasın diye bileğime düğümlemiştim sanki, bir çocuk gibi.

Bana verdiği cesaret tohumunu bu şekilde kabul etmeyi beklemiyordum ancak dudakları bana değdiği an kayış kopmuştu. Belimdeki ellerinin baskısı arttığı anda göğsüne yasladığım ellerimi boynuna doladım ve birini saçlarına daldırdım. Kıvırcık tutamları parmaklarımın arasında dolaşırken nefesiz kalana kadar benden ayrılmadı. Nefessiz kalana kadar ondan ayrılmadım.

Çünkü bunun tekrar ne zaman olacağını bilmiyordum.

Sonunda ayrıldığımızda gözlerimi açmadan, alnım alnına dayalı bekledim nefeslenerek. Aynı hızla oksijen çeken bir beden daha vardı ki Oflaz ellerini kaldırıp yüzümü avuçladığında zaten unutamadığım varlığını vurgulamış olmuştu.

TABUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin