Medya: Balın ve Göktuğ
Aynı zamanda Kürşat ve Suna...
GöktuğBen, aslına bakarsınız o kadar da iyi bir adam değilim. Günlerim dağda geçer, adam öldürür evime geri dönerim. Hatta bazen aylarca dönemem. Gözlerim kan görmeye fazlasıyla alışık hatta göremediğim zaman yadırgıyorum bile. Ne kadar vahşice gelse de, ben bunun için eğitildim.
Silahımla tek başıma günlerce savunmada kaldığım zamanlar bile oldu. Mühimmatım bitince, yaralı halde bir gün bir gece boyunca yardım beklediğim, şehit haberi vermek için yollara düştüğüm günler... Yine de, hiç bu kadar çaresiz hissetmedim sanırım.
Bir anneye evladının şehit haberini verirken ağlamam mesela, yüzümde tarifi zor bir gülümseme oluşur. Gidene kadar öylece, vitrin camlarından bakan cansız mankenler gibi beklerim. İşkence gibi gelir o saatler. Gülümseyin oğlunuz şehit oldu da! Vatanı için! Bizim için, sizin için! Niçin ağlıyorsunuz böyle?
İçimden geçenleri asla vuramam dışa. Omuzumda kaç tane yararlı anne baba ağladı size sayamam. Onları sarsıp aynen bu cümleleri kurmak isterim çünkü bence güzel bir şey şehit olmak, fakat sonra... Sonra kendi annem gelir aklıma. Benim şehit haberimi belkide babam verir ona ya da, ya da timden çok sevdiğim Karaca.
Gözleri kan çanağı, evin kapısında bekler gelmemi. Sonra bir bakar, ileride bir ambulans sesi, araçlardan askerler iniyor, hava kapalı yağmur yağacak... Öğreniyor ki, bir daha gelmeyecek oğlu. İçim acıyor, susmak zorunda kalıyorum. Hah! İşte o anlardan daha zor şu an yaşadığım şey.
Kucağımda ufak bir kız çocuğu var, henüz beş yaşında, dili pek dönmüyor konuşurken. Hayatımda gördüğüm en tatlı yüz, hele paytak paytak bana doğru koşması içimi yakıyor. Aklı su gibi ama oldukça zeki, yavaş yavaş erkenden kavrıyor bir şeyleri. Ve beni en çok bu korkutuyor işte.
Balın, ölümün ne demek olduğunu biliyor...
Ona, annesinin ölmediğini söylersem büyüdüğünde öğrenir, yalan söylediğim için belkide benden nefret bile eder. Bunu göze alabilir miyim? Hayır, ben Balınsız nefes bile alamam. Fakat söylersem çok üzülür, hasta olur, hep ağlar. Buna dayanabilir miyim? Hayır ben Balının tek göz yaşına bile dayanamam.
Bir gün bu sorunun geleceğini ailemin diğer üyeleri gibi, bende çok iyi biliyordum. Fakat hiç tahmin ettiğim gibi olmadı, henüz çok erkendi ve soru doğrudan bana geldi. Cümlelerimi anlam ifade etmesi için bir araya getiremiyorum, kelimeler istediğimiz gibi şekil almıyor ağzımda ve ben uzunca bir süre öldüğüm mavi gözlere öylece bakıyorum.
"Balın, şimdi değil güzelim. Şu an değil." dudaklarımdan dökülen birkaç parça kelime onun içindeki merak duygusunu bastırıyor mu tam olarak emin değilim ama başını usulca sallamasına ve önüne dönmesine yeterli oluyor.
Anladı mı sorusundan kaçtığımı?
Büyükler yalan söylemez mi? Dediği sesi bir kez daha çınlıyor kulağımda. "Söylerler, hemde en çok büyükler yalan söyler. Ama ben yalan söylemem, abin sana asla yalan söylemez. Sadece beklemen gerekir, bazı şeylerin zamanı vardır. Eğer zamanından önce öğrenirsen kaçınılmaz felaketlere yol açabilir." Diyorum.
Hayır aslında demiyorum. Dedim ya, ben içimdekini asla dışa aktarmayorum. Bu da içimde kalıyor, tıpkı şehit haberini verdiğim anne babalara söylemek istediğim gibi. Her şey gibi, bu da içimde kalıyor.
"Yemeğimizi yiyelim, sonra İstanbul'a geri dönelim. Sana bir sürprizim var." hevesli değil, sürpriz deyince ışıl ışıl olan gözleri bu kez gri yağmur bulutlarıyla kaplı. Dalgın, umutsuz ve yorgun. Ona söz vermiştim değil mi? Mutlu etmek için, yaralarını sarmak için söz vermiştim. Gülümsedim kabaca. Yüz kaslarım kim bilir kaç yüz yıldır böylesi absürt bir gülümsemeye şahitlik etmiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Balın
Teen Fiction●abi kurgusudur● Dimòniu ismi ilk olarak bu kitapta kullanılmıştır! İblis anlamına gelir. Senelerce kız çocuk hasreti çeken Bade hanım ve eşi Eray bey, 5 erkek çocuğun ardından umutlarını yitirmiş kendilerini evlatlarına adamış birer anne babaydı...