3. Bölüm

49 10 4
                                    

Kapının çalmasıyla defteri elimden bıraktım. "Teyzecim, geç oldu. Artık uyusan? Yarın devam edersin okumaya, olur mu?" diye girdi teyzem odaya. Ben defterde okuduklarımın şokundaydım. Özellikle de "rüya"nın. Teyzem "İyi misin kuzum, hasta mısın yoksa?" dedi. "Ha? İyiyim teyze... Tamam, iyi geceler!" diye cevap verdim. Defteri yastığımın altına koyup yatağa girdim. Teyzem üstümü örttü, gece lambasını yakıp kapıyı kapattı. Uyumaya çalışıyordum ama okuduklarım beynimin içinde dönüp dolaşırken bu mümkün olmuyordu. Teyzemin uyuduğundan emin olduktan sonra yatağımdan kalkıp pencerenin önüne gittim. Perdeyi aralayıp ay ışığını seyretmeye başladım. Ne zaman ay ışığını izlesem beni rahatlattığını hissediyordum. 5-10 dakika boyunca sadece baktım. Sanki bir boşluktaydım. Hiçbir şey düşünemiyordum. Bağırsam sesim çıkmayacaktı sanki... Yorulduğumu hissedip çalışma masamın önünde duran sandalyeyi pencerenin önüne koydum. Oturup tekrar ay ışığını izlemeye başladım. Fakat bu sefer sadece izlemekle kalmayıp içimi dökmeye karar verdim. Ama yazılı ama sözlü. İlk önce yazmayı denedim. Masa lambamı getirip pencerenin önüne koydum ve yazmaya başladım. Baktım ki içimdeki yangın gittikçe artıyor, konuşmaya karar verdim. Kağıdı, kalemi ve lambayı tekrar masamın üzerine koydum. Sandalyeme oturup aya selam verdim ve başladım dertleşmeye. "Her zamanki gibi sana geldim. Biliyorsun yaşadığım olayların hepsini bilen dünyadaki tek varlıksın. Yine doldum ama bu sefer hikâye annemin. Annemin bana bir defter yazdığını öğrendim bugün. Defter sayfalarını kokladım annemin kokusu geçmiştir diye. Gerçekten de onun kokusu varmış kağıtlarda. Keşke burnum o mis kokudan başka hiçbir kokuyu almasaydı ve o kokuyla yaşasaydım. Keşke şimdi yanımda olsaydı da uyku tutmadı diye birbirimize sarılarak sohbet etseydik. Bir sürü iyi ve kötü gün yaşayıp birlikte çözseydik oluşan sorunları. Her şeyimizi paylaşıp tüm duygularımızı beraber yaşasaydık. Biliyorum çok fazla 'Keşke' dedim. Şimdi de 'Pollyannacılık' zamanı! Belki de yaşamış olsaydı birçok acıyla karşılaşacaktı. Belki de dermanı olmayan derde, şifası olmayan hastalığa yakalanacaktı. Belki birbirimizi daha kötü şekilde kaybedecektik. 'İyi ki!' diyemeyeceğim ama 'Keşke'lerimi azaltacak birçok sebebim oldu ve bir nebze olsun rahatladım. Şimdi beni hem rahatsız eden hem de heyecanlandıran olaya gelelim. Şu 'aynı rüyayı görme' meselesi. Bu çok güzel bir şey. Okurken hayretler içerisinde kaldım. Çünkü böyle bir şeyi daha önce kimseden duymamıştım. Bir yandan bu olay annemle babama özel olduğu için onlarda kalsın istiyorum bir yandan da ben de gerçekten sevdiğim, 'doğru kişi' diye nitelendirilen biriyle bunu yaşamak istiyorum. Umarım ben de doğru kişiyle karşılaşırım, annemin yaşadığı mutluluğu, huzuru ben de tadarım... "

Ben aya bunları fısıldarken, kapının önünde birinin olduğunu fark ettim ve parmaklarımın ucunda yürüyerek kapıya doğru ilerledim. Kapıyı açıp sağıma ve soluma baktım, kimse yoktu. Kontrol amacıyla bütün odaları yokladım. Son olarak teyzemin uyuduğu odaya gidip kapıyı yavaşça açarak teyzemi de kontrol ettim. Uyuyordu. Sessizce yanına yaklaşıp alnına bir buse kondurdum. Tekrar odama döndüm ve aya "iyi geceler" dileğinde bulunup sandalyeyi masanın önüne koydum. Yatağıma girip battaniyeyi üzerime çektim ve uyuyakaldım...

Sabahtan mutfaktan gelen mis kokular ile gözlerimi açtım. Yattığım yerden doğrulup pencereden dışarı baktım. Hava güneşliydi, ekim güneşi... Artık daha ayıktım. Teyzemin şarkı mırıldandığını duydum. Yerimden kalkıp yatağımı topladım. Üzerimi değişip yüzümü yıkamak için banyoya gittim. Daha sonra mutfağa ileryerek teyzemi iki yanağından da öptüm. Sofraya oturduk, teyzemin hazırladığı yiyeceklerden yemeye başladık. Teyzem rahat uyuyup uyumadığımı sordu. "Rahat uyudum teyzecim. Sen?" Dedim. O da iyi uyuduğunu söyledi. Biraz sohbet ettik ve karnımızı doyurduk. Ben deftere devam etmek için izin isteyip odama geçtim. Defteri elime alıp kaldığım yerden devam ettim...

O rüyadan sonra zor da olsa uyudum. Uyanmam ise hizmetçilerden birinin odama kahvaltı getirmesiyle oldu. "Boran Bey bunları yemenizi söyledi..." dedi ve kapıyı çıkarken tekrar kilitledi. Yatağımı toplayıp kahvaltı tepsisini kucağıma aldım. Dün ikindiden beri hiçbir şey yiyip içmemiştim. Çok açtım, hızla kahvaltımı yapmaya başladım. Kahvaltımı yaptıktan sonra saate ve Poyraz'dan mesaj gelip gelmediğine bakmak için çantamda telefonumu aradım. Fakat bir türlü bulamadım. Anladım ki "Boran Ağa" el koymuştu telefonuma. Delirecektim. Hiçbir şey yapamıyordum. Özellikle Poyraz'a ulaşamamak delirtiyordu beni. İçimi dökmek için ya şarkı dinlemeliydim -ki bu, telefonum olmadan mümkün değildi- ya da duygu ve düşüncelerimi kağıda dökmeliydim. İkinciyi gerçekleştirmek için masaya geçtim. İçimde ne varsa yazdım. Bu çok iyi gelmişti. Buruk bir rahatlıktı ama en azından delirmemi engelleyebilecek bir rahatlıktı. Hazan'la konuşmaya karar verdim. Kapıya yaklaştım ve duvara yaslanacak şekilde yere oturup İngilizce bir şekilde Hazan'ı çağırdım. O da kapının arkasına oturup bana yanıt verdi. Böyle böyle konuşmaya başladık.

MARTILARA SEVDALI KIZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin