Gözlerim dolmuştu. Neden yaşamadığım şeyler için, tanımadığım insanlar için gözlerim doluyordu? İstemsizce ağlıyordum. Bir kere bile görmediğim, sesini duymayıp kokusunu hissetmediğim; annem olduğunu söyledikleri bir kadın için neden ağlıyordum? Annemin doğum gününü öğrenmiştim alt tarafı, neden bu kadar dokunmuştu bu olay? 21 Mart 1996... Nevruz... Baharın gelişini müjdeleyen gün. Gülüşü baharın habercisi miydi? O yüzden mi 21 mart? Nasıl gülerdi annem? Gülüşünü kelebek görse ömrü uzar mıydı mesela?
Bunları düşünürken göz yaşlarıma engel olamıyordum. "Tamay, acıktın mı tatlım?" diye seslendi teyzem. Elimin tersi ile yüzümü silip boğazımı temizleyerek "Geliyorum teyze!" dedim. "Efendim?"
"Acıktın mı diye sordum. Bayağı zaman geçti yediklerimizin üstünden." dedi arkası bana dönük elinde bir şeyler yıkarken. Yüzünü bana dönüp kahverengi olan gözlerini gözlerime dikti. "Ne oldu sana, niye ağladın?" dedi yanıma gelerek. "B-ben.. Yok ağlamadım..." dedim kekeleyerek. "Ağlamışsın gözlerinden beli, ne oldu?" dedi, çenemi tuttu ve kendine çevirdi beni. "21 Mart... Annemin mezarı nerede?" dedim kısık sesle. Derin bir nefes alıp "Off!" diyerek verdi aldığı nefesi. "Burada," sıkıntıyla kafasını iki yana salladı. "Nasıl burada, burada nerede?" dedim hızlıca. "İstanbul'da" diye yanıtladı. Her harf deprem etkisi oluşturdu beynimde. O kadar yıl aynı şehirdeymişiz birbirimizden habersiz. Dizlerimin bağı çözüldü, yere çöktüm. Çok karmaşıktı her şey. Ne yapacağımı bilmiyordum. Bir yandan ağlamak istiyordum bayılana kadar, annemin mezarına gitmek istiyor ama hazır hissetmiyordum. Bir yandan da yok olmak istiyordum, hiç olmamış olmak... Nasıl bir hikayenin içindeydim? Her şey arapsaçına dönmüştü. Nasıl çözülecekti? Birçok şey yaşamıştım ama hiçbir şey şu anki kadar karmaşık ve çözülemez değildi. Bugünü yaşamamış olma şansım yok muydu? Henüz uyanmamış olsam, her şey yeniden başlasa...
"Tamay, iyi misin? Beni duyuyor musun?" diye sorularla bölündü düşüncelerim. "B-ben... Bilmiyorum. Her şey... Karışık..." diyebildim. Koluma girip beni kaldırarak odama götürdü. Beni yatağıma yatırarak telefonunu eline aldı ve birini aradı. Konuştuklarından telefondakinin doktor olduğunu anladım. Artık sayılı kelime duyabiliyordum. Kendimi bıraktım, gözlerimi kapattım. Vücudumu kontrol edemiyordum. Bedenim ağırlaşmıştı ve kafamı kaldıracak gücüm yoktu. İstemsizce gözyaşlarım akıp yastığımı ıslatıyordu. Bu sefer silmedim, aksınlar istedim. Aktılar... Elbet dinerdi bunlar da diğerleri gibi... Kapı zilinin çaldığını duydum. Birkaç dakika sonra bana doğru yaklaşan ayak sesleri duydum. Parfümünden yanımdaki kişinin bir erkek olduğunu anladım. Bir şeyler söylüyordu, algılayamadım. Yalnızca ismimi duyuyordum ve gitgide duyma yetimi kaybediyordum. Tüm sesler bir vızıltıydı benim için. Gözlerim sızlıyordu, açamıyordum. Bir el omzuma dokundu. Gözlerimi açtığımda etrafı net göremediğimi fark ettim. Tekrar kapattım. Birçok düşünce ve soru işareti vardı kafamda. Ama ben hiçbirini düşünmek istemiyorum. Yoruldum... 17 yaşında bir insan nasıl yorulur? Ya da belki bu yorulmuşluk değildir. Öyleyse ne? Bir adı var mı bu hissin? Okul hayatımda ayrı bir savaş veriyordum. Kendi hayatımı yeni yeni öğreniyordum ve annemin mezarının burada, benim büyüdüğüm yerde olduğunu okuyordum. Hani bir kötü olayın arkasından iyi bir olay gelir de acıyı unutturur ya! Bunlar dizilere mi mahsus? Gerçek hayatta tam tersi mi, kötü günler bitti şimdi sıra daha kötülerinde mi? Hiç kimsenin hikayesi mutlu sonla bitmez mi? Dertler hiç sona ermez mi?
Artık sorgulamak da istemiyordum. Bu sorularla boğuluyordum her gün. Ama gücüm yok artık. Savaşacak, cevap arayacak gücüm yok. Hele şu an... Yavaş yavaş uykuya teslim oluyordum. Ne kadar dirensem de gözlerimi açmak için uykuya galip gelemiyordum. "Belki de en iyisi uyumak!" diye düşünerek direnişime son verdim.
2 Saat Sonra
Odamın kapısı iki kere tıklatıldı. Yavaşça gözlerimi açtım. Oturur vaziyette toparlandım. Kapı açıldı, gelen teyzemdi. "Tatlım uyanmışsın. İyi misin?" dedi yumuşak bir sesle. Başımı salladım. "Sen uyumadan önce doktor çağırmıştım biliyorsun. Seni muayene etti, bir şeyin yokmuş. Çok şükür iyisin!" dedi bana yaklaşarak. Yavaş adımlarla gelip yatağımın köşesine oturdu. Yüzümü avcunun içine alıp "Seni anlıyorum. Daha önce ve zamanla öğrenmen gereken şeyleri bir anda öğrendin. Kafanda bir sürü soru işareti var, bunlarla uğraşmak seni yoruyor. Defteri okuyunca annenin hislerini anlayıp aynı şeyleri yaşıyorsun ve bunun nasıl olduğunu sorguluyorsun. Tüm bunlar senin ruhsal olarak normalden iki kat fazla yorulmana neden oluyor." dedi kısık sesle. Gözlerim doldu yeniden. Ona doğru yaklaşıp sarıldım. "Kendine biraz izin ver. Daha sonra okursun defteri. Şimdi bunları düşünme! Tatilini dinlenmek için kullan." dedi fısıldayarak. Başımı salladım. İkimiz de kalktık, yatağımın üzerini toplayıp düzenledim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MARTILARA SEVDALI KIZ
Teen FictionTamay, bebekliğinden itibaren yaşamını sürdüğü yetimhanede her şeyden habersiz son günlerini geçiriyordu. Teyzesinin yıllar süren aramasının sonucunda kendisini bulmasıyla bir aileye sahip olan Tamay, geçmişini annesinin ölmeden önce ona yazdığı def...