4. Bölüm

40 10 2
                                    

Şok içindeydim. Dedem, babamı vurmuştu. Buna inanamıyordum. Şu an defteri yerine kaldırmalıydım yoksa sayfaları teker teker yırtacaktım. Defterle beraber kalktım yataktan. Defteri sandığa koyup sandığı kilitledim. Bu ambiyansın dağılması için odamdan çıkıp teyzemin yanına gittim. Oturma odasında saksıdaki çiçekleri suluyordu. Benim geldiğimi duyunca bana döndü ve "Ben de senin yanına gelecektim. Defteri görünce beni unuttun! Gel beraber bir şeyler yapalım." dedi şakacı bir ses tonuyla. "Yok, teyzeciğim! Sadece anne ve babamın hikayesini merak ediyorum. O yüzden defteri soluksuz okuyordum ama biraz ara versem iyi olacak. Bence de birlikte bir şeyler yapmalıyız. Yarın tekrar yurda döneceğim." dedim. Başını "evet" anlamında yukarı aşağı salladı. "O zaman ilk önce pasta yapalım. Sonrasında mısır patlatıp film izleriz. Ne dersin?" diye bir teklifte bulundu ve ben de kabul ettim. Mutfağa gittik, malzemeleri tezgâhın üzerine koyduk. Teyzem pasta yaparken arkadan şarkı açmayı teklif etti. "Çok güzel olur!" dedim ve teyzemin telefonundan bir müzik açtım. Teyzem pastayı pişirip süslemesini bana bıraktı. Çok güzel bir çilekli pasta yapmıştık. Ardından koca bir tabak mısır patlattık. Her şey hazır sayılırdı, geriye içecekler kalmıştı. Teyzem hazırladığımız yiyecekleri salona götürmemi istedi. Ortadaki büyük sehpayı koltuğa yaklaştırdım ve malzemeleri üzerine yerleştirdim. Televizyonu açıp teyzemi beklemeye başladım. Yaklaşık 10 dakika sonra elinde kahvelerle odaya girdi. Yanıma oturup kahveleri sehpanın üzerine koydu. Kumandayı alıp komedi filmi açtı. Hem hazırladıklarımızdan yedik hem filmimizi izledik. Film aşağı yukarı 2 saat sürdü. Bulaşıkları mutfağa götürdüm ve teyzemle bulaşık makinesine yerleştirdik. Bedenim burada, teyzeme olsa bile ruhum ve düşüncelerim defterde kalmıştı Benimde "Gidip defteri oku! Aileni tanıma fırsatın varken tanı! Yarın yurda döneceksin ve gelecek hafta sonuna kadar bunları kafanda atmak zorunda olacaksın!" cümleleri dönüp duruyordu. Bu sese daha fazla karşı koyamadım, teyzemden izin isteyip odama çekildim. Sandığın kilidini açıp defteri çıkardım. Yavaşça defteri açtım, nerede kaldığımı buldum ve okumaya devam ettim...

Ne yapacağımı bilmiyordum. Sadece "Poyraz" diyebiliyordum. Ona da sesim yetmiyordu. Boğazımda bir yumru vardı sanki... Arabanın ön yolcu kapısı açıldı ve Doruk arabadan inip arka kapıyı açarak ilk önce Poyraz'ı, daha sonra da beni bindirip yerine geçti. Şoför koltuğunda oturan Yağız gaza bastı ve bizi dün tuttukları eve götürdüler. "Neden buraya geldik?! Hastaneye niye gitmiyoruz? Poyraz ölecek! " dedim hıçkıra hıçkıra. Yol boyunca Poyraz'ı uyanık tutmaya çalıştık ama çok kan kaybetti ve ölmesinden çok korkuyordum. Elini hiç bırakmadım gelene kadar. O da benim elimi tuttu ve "Korkma... Biz ayrılmayacağız! Baba, Gazal'ı koruyun... Onu almasınlar..." dedi güçlükle. Gelene kadar zor da olsa uyanık tutmayı başardım ama hastaneye gideceğimizi sanıyordum. Eve gelince "Poyraz iyileşemeyecek!" hissine kapıldım. Yağız ve Doruk arabadan inip yavaşça Poyraz'ı indirdiler. Poyraz'ı kollarına alıp eve götürdüler. Biz de Emin babamla arkalarından içeri girdik. Feray annem, Poyraz'ın halini görünce ağlamaya başladı. Rengi bembeyaz olmuştu, neredeyse bayılacaktı. Derin bir nefes aldı ve "Ne oldu?" dedi. "Bir şey yok... Anne... Sakin ol... İy-iyi... İyiyim ben!" dedi Poyraz ve 10 saniye sonra bayıldı. "Poyraazz! Poyraz uyan! Lütfen uyan, sensiz ölürüm!" Diye çığlıklar attım ve bir anda dizlerimin tutmamasıyla yere düştüm. Emin babam omzunu tutarak "Kızım kalk! Bizim, en çok da Poyraz'ın sana ihtiyacı var! Poyraz iyileşecek, sizin güçlü sevdanız yaşatacak Poyraz'ı. Haydi kalk, güçlü olmalıyız!" Dedi. O da çok perişan bir haldeydi ama bir ben bir de Feray annem bu haldeyken ona güçlü olmak ve bizi toplamak düşüyordu. Üzerindeki yükü hafifletmek ve herkese umut olmak için zar zor ayağa kalktım. Babama bakıp "İyiyim, tamam" anlamında iki gözümü kapatıp açtım. Feray anneme döndüm, ağlıyordu. Sımsıkı sarılıp sessizce ağladık. Doruk birini aradı ve telefonu kapattıktan sonra doktor çağırdığını söyledi. Doktor gelene kadar birkaç çarşafla kanayan yere baskı yaptık. Yaklaşık 10 dakika sonra Poyraz gözlerini açtı ve doktor da geldi. Yaraya baktı. Kurşun içerideymiş. "Hastaneye getirmeliydiniz, malzemelerim yok!" Dedi bize bakarak. "Durumu açıkladım, onu kurtar yeterli!" Dedi Doruk. Doktor kafasını sallayıp bizden çakmak, bıçak, birkaç adet temiz çarşaf istedi. Malzemeleri getirip önüne koyduk. "Bir kişi kalsın ve beni asiste etsin..." dedi. Aramızda konuşup benim kalmam yönünde karar kıldık. Doktor ilk önce çakmağı yakarak bıçağın üzerinde gezdirdi ateşi. Bu mikropları kırmak içinmiş. Poyraz'ın ağzına küçük bir bez yerleştirdik. Bu da duyacağı acıdan dolayı dişlerini birbirine bastırarak dişlerine ve diline zarar vermesin diye yapılıyormuş. Doktor, bıçağı yaraya batırdı. Bıçağın yaraya girmesiyle Poyraz bağırmaya başladı. Acıdan inliyordu ama gözlerini açamıyordu. Doktor sonunda kurşunu çıkardı, yarayı temizledikten sonra sargı beziyle sardı. Gece biraz ateşinin çıkabileceğini, sabaha bir şeyinin kalmayacağını söyledi. Bir de yaraya iyileşene kadar pansuman yapılmasını söyledi. En kısa zamanda da hastaneye gitmeliymişiz. Doruk, doktoru yolculadı. Daha sonra herkes odaya geldi ve doktorun ne yaptığını, Poyraz'ın iyi olup olmayacağını sordular. Her şeyi baştan sona anlattım. Annem, Poyraz'ın alnından öptü. Sonra da bana sarılıp beni yanaklarımdan öptü. Öz annemden görmediğim bir durumdu bu. Ben de ona sarıldım. Ağlamamak için geri çekilip "Ben sofra kurayım, acıkmışsınızdır!" deyip mutfağa gittim koşar adımlarla. Birkaç dakika içinde sofrayı kurdum. Yaptığım yemeği tabaklarına koyup önlerine verdim. Yemeğimizi yedikten sonra sofrayı hızla topladım. Annemle babam yorgun olduklarını ve uyumak istediklerini söylediler. Bir amaçları olduğunu düşündüm çünkü -her ne kadar benim ailem bu tanıma uymasa da- anne ve babalar yorgunluktan ölseler de çocuğunun iyi olduğundan emin olmadan gözlerini bile kırpmazlardı. Doruk ve Yağız ise derslerine çalışmaları gerektiğini söyleyip odalarına çekildiler. Ben, Poyraz'ın başında bekliyordum. Akşam olmuştu, saat sekiz buçuğa yaklaşıyordu. Poyraz'ın telefonuna mesaj gelmişti. Hemen açtım mesajı. Mesajda şunlar yazıyordu: 

Poyraz nasılsın? Uzun zamandır konuşamadık :( Seninle buluşup konuşmak istiyorum. Eğer uygun isen yarın her zamanki yerde buluşalım.

                                                                                                    Afet

Mesajı okuduktan sonra birkaç dakika şok geçirdim. Şaşırıp ardından sinirlendim. Kimdi bu Afet? Neden yazıyordu Poyraz'a? Her zamanki yerleri neresiydi? "Bu ne demek oluyor?!" der gibi bakmak için sinirle başımı Poyraz'a çevirdiğimde onun yaralı halini görünce bakışlarım ve düşüncelerim yumuşamıştı. Elini tuttum ve yavaşça öptüm. Biz o kadar zor kavuşmuştuk ki! Hâlâ tam kavuşmuş bile sayılmayız. Sürekli bir ayrılma korkusu var içimde. Sanki ikimizden birine her an bir şey olacakmış gibi geliyor. Ne de olsa hâlâ Urfa'dayız. Boran Ağa'nın çevresi geniştir. Bizi buldurup ikimizi de öldürür. Bu korkuyla yaşarken ona, kimden geldiğini bilmediğim bir mesaj yüzünden kızıp aramıza mesafe koymak ne kadar mantıklı? Üstelik benim yüzümden bu haldeyken... Kulağına eğilip "Özür dilerim!" diye fısıldadım. "Senden, annenden ve babandan özür dilerim! Benim yüzümden bu haldesin, özür dilerim!"

Doktorun söyledikleri aklıma geldi. Ateşi olup olmadığını yoklamak için elimi alnına ve boynuna koydum. Hafiften yükselmeye başlamıştı. Hemen kalkıp sirkeli su hazırladım, bir çarşafı parçalara ayırarak sirkeli suya batırdım. Poyraz'ın alnına koydum. Ateşini düşürmeye yetmiyordu. Mutfağa gidip dolapları karıştırmaya başladım. Ateş düşürücü arıyordum. İlacı buldum ama Poyraz uzun süredir hiçbir şey yemedi. En azından bir kase çorba içmeliydi. Buralara özgü olan "Lebeni"yi yapmaya karar verdim. Bu çorba onu kendisine getirirdi. Alelacele çorbayı hazırladım. Tepsiyle içeri götürdüm. Yarı uyanıktı Poyraz, bu işime gelmişti. Soğutarak içirmeye başladım. Zar zor kasenin yarısına kadar yedirebildim. En azından ilacını içebilecek kadar doymuştu. İlacını da verdikten sonra mutfağa gidip bulaşıkları yıkadım. Mutfaktaki işleri bitirip "Acıktınız mı?" diye sormak için Yağız ve Doruk'un odasına gittim. Kapıyı açtığımda masa başında uyuyakaldıklarını gördüm. Yavaşça dürtüp yataklarına yatmalarını söyledim. Lambayı söndürüp parmak uçlarımda odadan çıktım. Poyraz'ın yanına döndüğümde Feray annemin orada olduğunu gördüm. "Uyandınız mı?" dedim. "Evet kızım! Sen de yoruldun, istersen gidip biraz dinlen." dedi. Evet, yorulmuştum. "Poyraz bir iyileşsin, sonrasında uyurum. Teşekkür ederim!" 

Çorba yaptığımı, isteyip istemediğini sordum. "Yok, sağ ol kızım! Madem sen buradasın ben gideyim. Oğlum önce Allah'a sonra sana emanet!" dedi ve odasına gitti. Annem gittikten sonra iyice uyku çöktü üzerime. Ama sevdiğim bu vaziyetteyken uyuyamazdım. O, beni kurtarmak adına vuruldu. O iyileşene kadar ona bakıp gerekirse günlerce uykusuz kalacaktım. Eğilip kulağına "Poyraz, umarım beni duyuyorsundur. Eğer duyuyorsan söyleyeceklerimi iyi dinle! Beni bırakma! Sensiz hiçbir şey güzel değil, Sensiz her şey yarım... Lütfen iyileş, beni kendi memleketimde yabancı bırakma! Daha seninle yaşayacağımız nice şey var. Unuttun mu? Hayallerimizi gerçekleştirmeden ölmeyecektik...Verdiğimiz sözleri tutmak zorundayız... Başını çok şişirdim. Dinlenmeden iyileşemezsin! Son bir şey söyleyip gerisini içimden getireceğim. Seni çok ama çok seviyorum!" diye fısıldayarak alnına yumuşak bir öpücük kondurdum. Gözlerime yaşlar doldu. Ancak gözyaşlarımı akmasına izin vermeden sildim. Biliyordum ki Poyraz beni bu halde görseydi üzülürdü. Hem onun hem de sevdamız için güçlü olmam lazımdı. Tüm umutsuzluklarımı ve olumsuz düşüncelerimi zihnimin karanlık odalarına hapsedip iyi duygularımı meydana çıkardım. Bize inandım ve her şeye rağmen ayakta duracağım. Şimdi tüm inancımla Poyraz'a ve onu iyileştirmeye odaklanmalıyım...

MARTILARA SEVDALI KIZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin