13 Ocak 2024
Yusuf Karayel & Arslan Umut Karayel
•
"Susun!" Elimle masaya birkaç kere vurduğumda sınıftaki ses yavaş yavaş yerini sessizliğe bırakmıştı. İki dakika boş bıraktığım gibi sınıfı başıma yıkıyorlardı!
Arkamı döndüğüm gibi fısır fısır konuşanları duyduğumda akıllı tahtanın yansımasından kimin konuştuğuna baktım. Her zamanki gibi Faruk'un beni göstererek yanındakine bir şeyler dediğini görünce sabır diledim.
Şu akıllı tahtanın ekranı da olmasaydı kimin hakkımda ne düşündüğünü anlamayacaktım bile. Mesela bir keresinde Faruk'u sırıtarak götüme bakarken yakalamıştım akıllı tahtadan.
Okul okul değildi ki, ** kampüsüydü. Ama o da bende yoktu.
Akıllı tahtadan göstereceğim şeyi gösterdikten sonra kapattım ve tahtaya bir soru yazmaya başladım. "Önünüzde kağıt kalem görmezsem bu dersten geçemezsiniz, bu yüzden hodri meydan!"
Bütün bir dönem boyunca saygısızca davranarak götünü yan devirip yatan insanlar karne zamanı yanıma geldiklerinde çileden çıkıyordum. En azından biraz uğraş sağlasalar onlar için her daim iyiyi istediğimi ve yanlarında olacağımı bilmiyorlardı. Çünkü birkaç kişi hariç hiçbiri denememişti!
Dersimi takip edenler hızlıca yazdığım soruyu defterlerine geçirirlerken elimdeki tahta kalemini sıkarak sınıfa döndüm. O hiç uslanmayan ve çenesi yorulmayan arka dörtlü fısır fısır konuşurken onlara kalemi fırlatmamak için kendimi zor tutuyordum.
Görmezden gelmeye çalışsam da bu ikinci dersimdi ve birinci derste de aynısını yapmışlardı. Saygısızlık.
En katlanamadığım şey, saygısızlıktı.
"Çay mı kahve mi istersiniz Faruk Bey?" Adını duyduğu gibi kulakları havaya dikip bana döndü. Gözlerindeki eğlence parıltılarını görüyordum. Bu çocuk iflah olmaz sikik herifin tekiydi.
"Çay olsun hocam, kahve her zaman içilmez." Verdiği yanıtla bütün sınıf gülerken ona gözlerimi devirdim.
Gevşek herif.
"Hocam siz bugün çok sinirlisiniz nişanlınızdan falan mı ayrıldınız?" Yanındaki Olcay bağıra bağıra konuşunca sabır çektim.
"Hey Allah'ım! Ben ne zaman nişanlandım da ayrılayım evladım!" Kanser olacaktım bunlar yüzünden.
"Hocam aşk olsun," diye bağırdı Faruk. Bir de bağırmaları yok mu? Sanki karşılarında sağır vardı.
"Biz daha sizin düğün pastanızı yiyecektik, kınanıza katılamadık ama düğününüze--"
"Ulan!" Elimdeki kalemi ona fırlattığımda büyük bir atiklikle kenara çekilerek ona çarpacak olan darbeden kurtulmuştu. "Sana bir kına yakacağım, o zaman dünyanın kaç bucak olduğunu göreceksin!"
"Hocam en sevdiğim hocam sizsiniz ama siz çok sinirlisiniz biraz sakin pilis..." Olcay gevşek gevşek konuştuğunda kırmızı kalemi de ona fırlattım. Elinin kenarından geçen kalemi zorlukla havada tuttu.
"Hocam bir bitki çayı alıp geleyim size."
Faruk'a ters ters bakarken önümde bir kalemin sallanmasıyla Elif'e döndüm. Çekingen bir şekilde gülümsediğinde elindeki tahta kalemini aldım. "Kaç buldunuz sorunun cevabını?"
"Hocam 50 çıktı."
"Yok lan ben iki buldum!"
Orta sıralarda oturan Eda bir anda bağırınca irkildim. Duymamış gibi yaparak arkamı döndüm, bir de onun utangaçlığını çekemeyecektim. Şimdiye domates gibi olduğunu düşünüyordum.
"Ya ben 15 buldum." Bir diğeri sessizce mırıldandı.
Bari bulduğunuz sonuçlar birbirine yakın olsaydı.
"Bakın şimdi." Yana kayarak gösterdiğim şeyleri hızlıca tahtaya yazdım. "Burada değişken yalnızca a katsayısı olur."
"Ama hocam b de hiçbir türlü değişmiyor."
"Ama karşı tarafta da b var bu yüzden onun için bir şey diyemeyiz. Dördün üçü, c, en küçük çarpımı da... böylece sonuç 25 olur." Anlata anlata yaptığım soruyla soruyu son iki kere daha tekrar etmenin ardından hızlıca geçmiştim. Bir başka soru daha yazacakken zilin çalmasıyla herkes ayaklandı.
"İyi günler hocam yarın görüşürüz," gibi cümlelerden sonra Faruk hariç herkes sınıfı terk etmişti. O ise yanıma yavaşça gelip önümde durdu. "Hocam biliyorum vasıfsızın tekiyim."
"Vasıfsızsın evet," dedim başımı sallayarak. Daha da çok somurtunca boş boş suratına bakmıştım. "Gel çıkalım, birazdan istiklal marşı okunacak."
"Hocam müdürün konuşmasını bekleyeceğiz daha, biraz demeyin."
"Eşek sıpası," diyerek ensesine bir tane patlattım.
Tamam, müdürümüz biraz fazla konuşuyor olabilirdi. Ama iyi bir adamdı.
"Neden çalışmıyorsun Faruk? O arkada oturmaya devam ettiğin sürece insanların kölesi olacağının farkında değil misin?" Ciddiyetle sorduğum soruya alayla güldü.
"Belki o kadar yaşamam hocam kim bilir."
"Bunlar sadece ihtimal. İhtimal doğrultusunda hayatını sürmeye devam edersen canın her zaman çok yanar." Yüzündeki alayı yok ederek yüzüme birkaç saniye baktı.
"Aslında... çalışmak istiyorum," dedi alttan alttan bana bakıp tepkimi ölçerken. Ondan beklediğim şeyi en sonunda söyleyince rahat bir nefes verdim.
"Ama sadece düşünüyorsun."
"Nereden başlamam gerektiğini bilmiyorum," dedi bu sefer de.
"Yarın okul çıkışı beni bul, bana geçeriz. Sana nasıl çalışman gerektiğini anlatırım, hem boş beleş duran test kitapları var evde onları veririm." Gözlerinin parladığına şahit olurken o hızlı hızlı başını sallamıştı. "Ama hocam siz parası neyse söyleyin ben veririm."
"Paraya gerek yok, sadece dersimde sus yeter." Bu dediğime mahçup bir şekilde güldü ancak hiç de mahçup olmadığını biliyordum.
"Hadi bakalım, geç sıraya." Onu bahçeye yolladığımda müdürün sesini duydum. Okuldan en son çıktığı için herkesin içinde Faruk'a laf sokmuştu. Faruk laf yemeye alışık olduğundan kesinlikle yüzünde bir sırıtma vardı.
Onları umursamadan hızlıca öğretmenler odasına geçtim.
•
Bölümler kısa olduğu için sanırım bunu yazmaya devam edebilirim. Umarım beğenirsiniz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
her veda sarılmayı hak eder | bxb
Teen Fiction"ama sen veda bile etmedin, sarılmak maziye kaldı." Matematik öğretmeni Yusuf'un, kanser hastalığına yakalandığını öğrendikten sonra hayatı kökünden değişir. Çevresindekileri kendinden uzaklaştırmaya çalışırken işler daha da karmaşık bir hâl alacakt...