İpek...
İnsanı hayatta tutan bir şey vardır hep, o olmadığında da ölür zaten. Hatta düşünür ölümü sonra gelir aklına, o sebep. Yaşama bağlayan şey bağdır, güçtür, sevgi belki de nefrettir. İnsanlara tek soru sorma hakkım olsa bunu sorarım; seni hayatta tutan en gerçek sebep ne?
Beni bu hayata bağlayan şey ne annem oldu ne de abim. Şu an yaşıyorsam umut için yaşıyorum. En kötü günümde bile ışık arıyorum. Tanrının tüm yollara taş koyduğunu düşünüyorum. Sonra bir ışık arıyorum, belki de o yolda kaybolacaktım diyorum.
İçimden geçenlerin hepsini karşımda duran çaresiz, kanlı ellere anlatmak isterdim. Gözleri elleri kadar kırmızı, hâlâ yaşlar akıtıyordu. Miya da birkaç parmak hareketiyle birlikte elindeki kanları temizliyordu. "Merak etme, hepsi geçecek." Sıkıca Esen'e sarıldı.
Kulübeye geleli çok olmamıştı, yol zaten tam bir kabustu. Ne zamandır kendimi dinleyemediğimi fark ettim. Burada hiçbir katkım yoktu, odama gitsem kimse fark etmezdi.
Gün batmak üzereydi, en sevdiğim zaman. Sandalyem camın önündeydi, oturup gökyüzüne baktım. Maviden turuncuya doğru olan kusursuz geçişler beni hep mest etmiştir. Her gün günbatımını izlemek için uğraşıyorum, ya bu son batışıysa, ya yarın doğmayacaksa?
Kapım çalınmadan açılınca gelenin kim olduğunu anladım, başımı çevirmeden, "gel." Dedim. Başımı ona çevirmemin sebebi gülüşü oldu, kalın dudaklarını yukarı kıvırması hoşuma gidiyordu.
Yatağımın ucuna oturup bana baktı, "savaş gününe kadar bir Etken öldürmek yasaktır, bu sadece kurallardan biridir. Esen bu kuralı çiğnedi ve cezasını çekiyor. Demem o ki dikkat et."
Gözlerimi kısarak ona baktım, her seferinden benimle çocukmuşum gibi konuşması canımı sıkıyordu. "Bence bunu söyleyeceğin son kişi benim bu yüzden aşağıya gidip onlarla bunu konuşsan iyi edersin." Gözlerini devirdi. Ayağa kalkıp ona yaklaşmam bir adım sürdü, ona yukarıdan bakmak bana biraz daha özgüven verdi, yavaşça yüzüne eğildim, "yıllardır bu oyunun içinde olan insanların kuralları hâlâ öğrenememesi ne üzücü."
Bakışları aşağıya kayana kadar çok eğildiğimin farkında değildim, hızlıca dikleştim, geri adım atmama zaman bırakmadan o da ayağa kalktı, birbirimize sürtünen gövdemiz utanca dönüştü, utanç ise sessizliğe karıştı.
Bir süre gözlerimizi kaçırdık. Zaman geçsin diye duvara baktım duvara, yatağa, dudağına, yatağa sonra tekrar dudağına.
Farkında olmadan ısırdığım dudağım da onun gözünden kaçmamamış olacak ki gözlerine bakmaya cesaret ettiğimde onun bakışları hâlâ dudağımda oyalanıyordu. Bir adım geri çekilerek bu büyülü anı bozdum.
Omuz silkip boğazını temizledi, "sadece uyarıyorum." Dedi ve gitti.
Tuttuğum nefesimi yavaşça verdim. Güneşin batışını da kaçırmıştım. Kalbimin atışını durduramıyordum, aynı şey onda da olmuş mudur diye düşünmeden edemedim.
Akay...
Sakinleşmek için yüzüme çarptığım su bile unutturamadı birkaç dakika öncesini. Hoş, unutturamazdı da zaten.
Onu uyarırken söylemek istediğim şey Esen gibi olmamasıydı. Kurallara uymak zorunda olmak benim de hayatımı zorlaştırıyor elbet, birkaç ay öncesine kadar babamın katiliyle aynı masaya oturmam, işbirliği yapmam akla hayale sığmayacak şeylerdendi.
Esen benim gibi sabredemedi, o, katili öldürdü. Cezasını çekiyor olmasına rağmen pişman olmadığına adım gibi emindim. O sadece gücüne üzülüyor, öldürdüğüne değil.
İpek'in de onun gibi olmasını istemiyorum. İki yıl bile onu bize bağlamaya yetecek.
Az önce yaşanan şey bir anlığına da olsa her şeyi unutmama sebebiyet verdi, sanki ona değen tenim beynime sinyaller gönderip yatıştırmıştı. Fakat kalbim için aynı şeyi söyleyemezdim. O normalin çok daha ötesinde bir hızla çarpıyordu. Ve bu sinirimi bozuyordu.
Akşam yemeğine inmedim, İpek'i görürüm diye mi yoksa aç değilim diye mi emin değildim.
Gece yarısına doğru aşağı indim. Kutu kadar yerde yaşayan liderimiz dik duruşuyla etrafı turluyordu. Beni görür görmez bağladığı kollarını çözdü, "sonunda. Bir an yolunu kaybettin sandım." Cümlesi üzerine kısa süre düşündüm.
Koltuklara oturup olanları anlattım, İpek dışında, "yani ilk sayfa gereken dersleri ve cezaları verdi."
Başını sallayıp yanıma oturdu. Bir süre konuşmayınca devam ettim, "sana ne ders verdi?" Kaşlarını çattı, "niye bunu bu kadar merak ediyorsun?"
"Bizim hakkımızda her şeyi bilip bir şey anlatmaman haksızlık."
"Hayır, ben bir lider olarak size öncülük ediyorum. Görevim bu, daha fazlası değil."
"Tek bildiğim yıllar önce ölen baban."
Elleriyle saçını karıştırdı, bir süre durdu, anlatmak ve anlatmamak arasında gidip geldi.
"Hayatım yalanlar üzerine kuruluydu. Artık doğrulukla ilerleyeceğim. Araf'tan çıkardığım ders buydu, yalanlar."
Cevap verme gereği duymadan yukarı çıktım.
Sola doğru baktım. Gitmeli miydim?
Yapmadım diye pişman olmaktansa yaptım diye pişman olurdum daha iyi. Merdivenleri ikişer ikişer çıkıp kapısını çaldım. Uyumadığına emindim.
Kapıyı açtı, üzerinde kısa dar bir bluz, altında ise bir eşofman vardı. Omuzlarına dökülen dalgalı saçlarına ellerimi daldırmamak için kendimi tuttum. Ne diyeceğimi bilemeyerek karşısında dikildim.
"Biraz konuşmak ister misin?" Aptal kafamın kurduğu ilk cümle bu oldu.
Şaşırsa da beni içeri davet etti. "Bence konuşmak isteyen sensin." Bence ikimizin de konuşmaya ihtiyacı vardı.
Yatağın kenarına oturup yüzüme baktı, ben de yanına oturdum. Bilerek biraz daha yakına.
"Burada belki yalnız hissediyorsundur. Eğer böyle bir şey varsa yanında olmak isterim." Sanki ilk defa yabancı biriyle konuşan çocuk gibi bir utanç vardı içimde, biraz da heyecan. Ne diyeceğini beklerken kelimelerini tahmin ediyordum kafamda.
"Burada yalnız hissetmiyorum. Ben hep yalnızdım."
"Abin olduğunu söylemiştin." Düşünmeden verdiğim cevapla alnıma bir şaplak atmak istedim. "Pardon."
Güldü, "abim benim yanımda olsa da yalnız hissetmeme engel olmadı. Ablan olmuş muydu?"
Tabii ki bu yersiz sorum karşılıksız kalmazdı.
"Ablam hiçbir zaman yanımda olmadı." Ellerini yatağa koyup gövdesine destek aldı, "sahi, ablanla hiç görüşmüyor musun?" Söylediğim şeye sinirli olduğu için meydan okuyordu. Halbuki özür dilemiştim.
"Görüşmüyoruz." Kafasını yana yatırdı, "özlemiyor musun?"
"Sen abini ne kadar özlüyorsan ben de onu o kadar özlüyorum. Ama bu nefret ettiğim gerçeğini de değiştirmez."
"Bir gün ona böyle davrandığın için pişman olacaksın ve çok geç olacak." Acımasız cümlesi bir o kadar da doğruydu.
"Belki birbirimizi anlarız bu konuda." Kafasını iki yana salladı, göz temasını ayırmadan, "hayır, anlayamayız. Ben onun yüzünü unutmamak için her gün resmine bakıyorum. Sen ise onu unutmak için çaba sarf ediyorsun."
Gözyaşları dolunayın ışığıyla parladı. Gözlerini kaçırmak için başını çevirdiğinde elimle durdurdum. Tekrar gözlerime bakması için başımı çevirdim. "Hayatımızda oluşan yaralar ve eksikler bizi biz yapar. Seni sen yapan acın." Kendimi hep böyle avutmuştum. Ablam gittiğinde, babamın beni sevmediğini anladığımda. Annemin bizi bırakışında.
Dolan gözlerimi saklamaya çalıştım fakat başarılı olamadım.
Selam!!
Ay noluyor noluyorr.
Eğer bölümü sevdiyseniz oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın 💙💙
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEİS
FantasyHâlâ rüyada olduğumu düşünüyorum" dedim kendi kendime fakat Miya duymuştu. Elini koluma koydu ve "O zaman rüyana devam etmelisin." dedi. Sanırım en doğrusu buydu, rüyama devam etmek. Farkında olmadığı fakat sihirli bir güce sahip olan İpek, hiç bek...