SİLLAGE

13 2 7
                                    

Sillage: Fransızcada "kokunun izi" demektir. Sevdiğin ya da sıradan biri gittikten sonra ortamda kalan kokusuna denir.

İpek...

Bazı anlar vardır ya, bir koku duyarsınız, size birilerini çağrıştırır ya da bir anı. Bir bahçede oynarsınız, çiçek kokusu nefesinizi bırakmak istemeyeceğiniz kadar huzur verir size.

Araya yıllar girer, kaldırımda yürürken bir koku durdurur sizi. O çiçek, yolun kenarında size anılarınızı hatırlatmak ister gibi çırpınır siz görmeseniz de, ya da görmek istemeseniz de.

O anlardan birindeydim. Sanki karşımda Kayra değil de abim vardı. Mutfakta öylece karşısına dikilmiştim. Anlam veremediği için o da bana gözlerini kısmış bakıyordu.

"Parfüm mü sıktın?"

Kayra'nın kısılmış gözlerine bir de çatık kaşlar eklendi. "Evet."

Biraz daha durdum, "sıkma." Çünkü bu koku bana ölümü hatırlatıyor.

Burnunu üstüne yaklaştırıp kokladı, "kötü mü?" Yüzümdeki ciddi ifadeyi ve cevap vermediğimi fark edince bir de başını yana yatırdı. Bu çocuğun şaşırma evreleri vardı herhalde.

"İpek, ben bu parfümü hep sıkarım." İyi de, o zaman yemek yerken yanımda oturduğunda, şöminenin karşısındaki beyaz koltuklarda ya da arabada ben nasıl fark edemedim?

"Parfüm kötü değil, benim alerjim var sadece." Bütün abartı mimikleri tekrar normale döndü, "pardon. Bir daha sıkmam."

Elimdeki gevreğe baktım. İştahım tamamıyla kapanmıştı. Diğerleri de yavaş yavaş aşağı inince beyaz koltuklara gittim. Esen tek başına oturuyordu.

Yanına gidip kaseyi uzattım, "yer misin?" Diye sordum.

Şaşırmış olacak ki kaşları havaya kalktı, bugün şaşırttığım ikinci kişiydi. "İçine bir şey mi koydun?"

Kaseyi tutmaktan elim ağrımaya başlayınca orta sehpaya bıraktım, "evet, cadıya zehirli elmayı nasıl hazırladığını sordum. Bana bu tarifi verdi. Bir denesene, bakalım yapabilmiş miyim."

Sabah sabah bunu yaşamak hiç iyi olmamıştı. Bir de üstüne içini kemiren düşünceler...

Meriç söylediklerini hatırlıyor muydu bilmiyorum. Ne zaman göz göze gelmeye çalışsam o da gözlerime bakıyordu. Ve bu bir meydan okuma mı yoksa "neden bana bakıyorsun?" Diye sorma şekli mi çözemiyordum.

Akay günlerdir kafayı yemiş durumda. Elinde kitapla bir o yana bir bu yana dolanıyor. Bugün de değişen bir şey yoktu. Merdivenlerden inip inip çıkıyor, kafasını bir santim bile kaldırmıyordu.

Miya yanına doğru ilerledi, "eğer on saniye içinde kafanı kaldırmazsan kötü şeyler olacak." Akay elini geçiştirir gibi salladı. Miya sinirle nefes aldı ve kafasına ince bir odunla vurdu. Bunu hangi ara oluşturabildi, sormayın.

Akay elini kafasına götürüp yavaşça Miya'ya baktı, "kafama vurdun." Dedi dehşet içinde.

"Kafama vurdun ve beyin hücrelerimi kaybettim, şimdi nasıl düşüneceğim?" Miya daha da sinirlenip tekrar vurunca Meriç araya girdi. Araya girdi derken onları durdurmak için değil, bahis için.

"Durun, durun." Bize doğru döndü. Parmağını Kayra'ya doğrulttu, Kayra biraz düşündü, "Miya."

Parmağını indirmeden Esen'e çevirdi. "Tabii ki de Akay."

Parmağı beni buldu, "her şey size bağlı İpek Hanım." İtiraf etmeliyim büyük bir strese kapılmıştım. Herkes benim cevabımı merakla bekliyordu.

BEİSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin