O sokağın başında,
Kendimi kaybettim.
Fakat seni buldum.Sezen Aksu- Gülümse
Bölüm 11: "O Sokağın Başı"
Hastane duvarları arasında kaldıkça delirecek gibi hissediyordum. Duvarlar üzerime üzerime geliyordu sanki, içimde kaçıp gitme dürtüsü oluşuyordu. Bizi kapattıkları rahatsız edici, korkutucu dört duvar geliyordu aklıma, her defasında. Kendimi yitirecek, kontrolü kaybedecekmiş gibi hissediyordum. Küçük Efsa'nın açığa çıkmasından korkuyordum çünkü Uzay Araz'ın karşısında yeterince indirmiştim gardımı, bundan sonrası olmazdı. Olamazdı. Nefes almak iyice zor gelmeye başlamıştı. Burada olmamın üzerinden kaç gün geçmişti, bilmiyordum bile.
Uzay bir dakika bile ayrılmamıştı yanımdan. Sanırım tekrar kaçırılacağımdan şüpheleniyordu. Bütün gün öylece yanımdaki koltukta oturuyordu. Kaşları hep çatıktı, yüzünde mimik oynamıyordu. Kahverengi gözleri hep düşünceli, hep donuk bakıyordu. Çıplak elleriyle cinayet işleyebilecekmiş gibi bakıyordu hatta. Fakat gözleri bana düştüğünde ufak da olsa bir parıltıya rastlayabiliyordum kahverengi gözlerinde. Çatık kaşları olduğu gibi bakıyordu fakat gözlerindeki donukluk yok oluyordu sanki. Veyahut ilaçlar fazla etki etmişti ve kafamda kuruyordum iyice. İkinci ihtimali tercih ederdim çünkü Uzay Araz'ın bana parıltılı gözlerle bakabileceği bir dünyada yaşamıyorduk.
Esasen Uzay'ın gözlerinin çoğu zaman üzerimde olduğunu hissediyordum. Fark etmemiş gibi yapıyordum fakat bakışları deliciydi. Ona bakma dürtüsü yaratıyordu bende ve bu dürtüye engel olmak epey zordu. Bu dört duvar arasında Uzay'la savaşıyor gibiydik.
"Uzay?" Bıkkınca çıkmasını umduğum sesim Uzay'a ulaştığında oturduğu yerde dikleşti ve iyice bana yoğunlaştı. Gözleri zaten üstümdeydi çoktan.
"Bir yerin mi ağrıyor?" Dikkatlice süzdü beni. Sanki gözleriyle bir yerimin ağırıp ağrımadığını kontrol edebilecek gibi baktı. Rahatsız olduğumu düşünerek hafifçe diklendim.
"Bir yerim ağrımıyor," dedim, kendimden oldukça emin bir şekilde. "Sadece buradan gitmek istiyorum artık. İyiyim diyorum, neden inanmıyorsun?"
Uzay hafifçe güldü fakat dudaklarından dökülen daha çok alaycı bir gülümsemeye benziyordu. "Sana inanabileceğimi mi düşünüyorsun?" Kaşlarını sorarcasına havaya kaldırdı.
Kaşlarımı çattım anlamayarak. Bana inanmadığı için ona sinirlendiğimi hissettim ama bunun ne denli saçma bir düşünce olduğunu fark ederek zihnimdeki düşünceyi yok ettim. "Bana neden inanamayasın ki? Yalancı mı diyorsun sen bana?"
Uzay birden yatağımın yanında duran koltuğun saplarından kavradı ve hafifçe kalkarak koltuğu daha yakınıma çekti. Yerine tekrar bıraktı kendini, gözlerimin tam içine baktı ve sırıttı. Ellerini önünde birleştirdi. "Ah hadi ama," dedi derin bir sesle. "İkimiz de senin küçük bir yalancı olduğunu biliyoruz."
İçimdeki öfkenin elimde olmadan yükseldiğini hissettim. Uzay'ın cümlelerine bu denli anlam yüklememeliydim çünkü yüklediğim anlamlar, en nihayetinde asıldığım ipler olabilirdi. Söylediği cümleler böyle anlam ifade etmemeliydi bana fakat içimdeki o küçük kız çocuğuna engel olmak, ilk defa imkânsız gibiydi. Keşke o çocuğu susturmanın bir yolu olsaydı çünkü bunun baş edemeyeceğim tek şey olduğunu biliyordum.
"Yalancı olduğumu da nereden çıkarıyorsun?"
"Bana söylediğin yalanlar yeter, bunu söylemeye." Gözleri gözlerimden bir saniye bile ayrılmıyordu. Sonsuza kadar gözlerime bakabilir gibiydi. Ben onun kadar cesaretli değildim. Gözlerine ne kadar uzun bakarsam, ona o kadar hızlı yenilirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kaybolmuş Çocuklukların Çığlıkları
General FictionÇocuklukta açılan yaralar, geçmeyen yaralardı. Onların çocukluğuna yaralar açılmıştı, emareler bırakılmıştı ruhlarına. Onlarla yaşamaya çalıştılar. Güçlü olmaya çalıştılar. Canları çok yandı. Yaşayamadılar. Düştüler, tekrar ayağa kalktılar. Çocu...