Dışarı çıktığımızı bedenimi yalayan soğuk havanın ürpertisiyle anladım. İçerisi de çok sıcak sayılmazdı gerçi... Kollarımı kendime doladığım sırada yürümeme yardımcı olan sarışın kadın kolumu bıraktı ve gözlerimin önündeki perde bir kez daha kalktı.
"Deniz, bu yetimhane müdiresi Asiye Durgun." dedi Doktor Gökçe binanın hemen önünde bizi bekleyen kadının yanına gittiğimizde. Nezaketen karşımdaki kadına elimi uzattığımda bana bakmıyordu bile. Gözlerini arkamdaki binaya dikmiş, bir şeyler düşünüyordu. Göz ucuyla sarışın kadına baktığımda boğazını temizler gibi yaptı.
"Asiye Hanım, burada mısınız?"
Kadın bir anda geri dönmüş gibi kafasını salladı ve bana baktı. "Evet, evet buradayım. Merhaba Deniz. Tanıştığımıza memnun oldum."
O sırada elimi geçiştirircesine sıktı ve "Biz en iyisi yola çıkalım." dedi hiç vakit kaybetmeden doktora yalandan gülümseyerek. O da aynı şekilde gülümsedi ve elini nazikçe omzuma koydu biz gitmeden önce.
"Orada iyi olacaksın, merak etme."
İçimden gelmese de yüzüme inandırıcı bir gülümseme yapıştırdım. O sırada müdire çoktan ilerideki kırmızı arabasına doğru yürümeye başlamıştı. Çok geçmeden ben de peşine takıldım. Ön koltuğa mı yoksa arka koltuğa mı oturmam daha doğru olur diye düşünürken müdirenin bana attığı bir bakışla birlikte kendimi ön koltuğa otururken buldum. Bana ön tarafı işaret etmişti nedense ben arkaya yönelince. O da binip arabanın anahtarını takmaya çalışırken önümüzdeki metal kapıya ve devasa duvarların üzerinde yükselen dikenli tellere baktım. Arabayı çalıştırması için anahtarı birkaç kez çevirmesi gerekmişti. Önümüzdeki kapı gürültüyle açıldığında yola çıkmıştık. O sırada dikiz aynasından son bir kez o sarışın kadına bakma şansı bulmuştum. Rahatlamış görünüyordu. Bu gizemli koca binayı arkamızda bırakıp tünele ulaştığımızda bu sefer bizi durduran hiçkimse olmamıştı. Tünelin sonundaki kapı da biz geldiğimizde çoktan açılmıştı. Sessiz yolculuğumuz bir saat boyunca devam etti. Bütün o dakikaları bir şeyler hatırlamaya çalışarak geçirmiştim ama tık yoktu. Gecenin karanlığı ve arabanın sarsıntısı birleşince de uykuya dalmam kaçınılmaz olmuştu...
Uyandığımdaysa hava hâlâ karanlıktı. Taşlık yol, dikiz aynasına asılı ipten yapılmış kardan adamı sallıyordu. Beni de uyandıran bu sarsıntı olmuştu. Koltukta dikleşerek camdan dışarı bakmaya başladım tekrar. Taşlık yol sağ olsun, sallantıdan karnımın gurultusu duyulmuyordu. Aksi taktirde çok utanırdım. Ağaçlar ve sık çalılarla çevrili yol; yükselip alçalıyor, bir yılan gibi sağa sola kıvrılıyordu. Ağaçların uzun dalları yüzünden ayın doğru düzgün aydınlatamadığı yolu arabanın beyaz farları aydınlatıyordu. Müdirenin devamlı uzunları yakmasından dolayı buranın pek işlek bir yol olmadığını hemen anlamıştım. Acaba nereye gidiyorduk...
"Demek onlardan birisini saklıyordun ha?" dedi yanımda oturan müdire yorgun sesle. Kaşlarımı çattığım için alnımdaki yara acıdı o an.
"Ben, hatırlamıyorum." dedim ona dönerek. Muhtemelen gece gece benimle uğraştığı için göz altları böyle morarmıştı. Yine de kafasına takılıp onu saatlerce uyutmayan bir şey varmışçasına dinç görünüyordu.
"Ben sadece buna rağmen seni neden bıraktılar anlamıyorum."
"Şey, yaptığım şeyleri hatırlamadığımdan, bana ikinci bir şans verdiler sanırım."
Bir tembel hayvan gibi kafasını yavaşça salladı. Sanırım bir yandan düşündüğü için böyle yapmıştı.
"Peki ya yaptıklarını hatırlarsan? O zaman seni geri yakalarlar mı dersin?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HAYATTA KALANLAR
Ciencia FicciónO günden sonra hiçkimse eskisi gibi olmadı. Bedenlerini değiştiren hastalık, akıllarını değiştiren bizlerdik. Kim kimden daha çok nefret etti, kim kime daha çok zulmetti bilinmez ama biz birbirimizi bitirdik...