Kahvaltı yerine gelmiştik ve eğer kesinlikle gelmiş geçmiş en büyük zeytin teorisi örneğiydik! Ben yumurta, peynir ve zeytinleri tercih ediyordum o ise masada kızartma ve reçel adına ne varsa hepsini afiyetle yiyordu. Ben bile onun sağlığı adına endişeleniyordum ancak onun umrunda değildi. "Yemekten sonra parkta benimle oynar mısın?" Evet, lokantanın yanında kocaman bir de park vardı.
Birden aklıma dolan düşüncelerle kahkahayı patlattım, o bana ne oldu dercesine bakarken yanımdaki sudan bir yudum alıp cevapladım onu, "Böyle söyleyince romantik bir akşam yemeğine çıkmışız da bana evlenme teklif ediyormuşsun gibi hissettim."
O da söylediğime gülerken ben yaptığı teklifi düşünüyordum. Kısaca reddettiğimde omuzlarını silkip yerinden kalktı ve kapıya ilerledi, çok değil birkaç saniye sonra parktaki salıncağa attığı bedenini görmüştüm. Etrafta bakan birileri vardı ancak o bunu umursamadan sallanmaya devam ediyordu, hem de neredeyse 180'lik boyu ve geniş cüssesiyle!
27 yaşına gelmiş, koca adam olmanın verdiği ağırlıkla reddetmiştim onu. Ya onun gibi olursam diye düşündüm, ya insanlar bana da öyle bakarsa? O anda Jeongguk yanımda olsaydı yanlış baktığımı söylerdi, olan bu değildi çünkü. Asıl resme baktım, Jeongguk gibi olursam ne olurdu? İnsanlar bana bakardı, tuhaf karşılarlardı ancak mutlu olurdum.
Jeongguk buydu, mutluydu.
Karavanda konuştuklarımız anlam kazandı, ne zaman istediklerimi yapmamak için bahane üretmeyi bırakacaktım? 27 yaşında oluşum önemli değildi, erkek oluşum da önemli değildi. İstediğim şey Jeongguk'un yanına gidip sallanmaktı.
Masadan kalkıp kasada hesabı ödedim, ardından kapıya ilerledim. İnsanlara bakmadan salıncaklara doğru yürüdüm, bakışlarını görüp vazgeçmekten korkuyordum.
Jeongguk'un bakışları beni bulduğunda gelmemi bekliyormuş gibiydi, yine de şaşırmış görünüyordu. Yanına geçip oturdum ve ona baktım, dedim ya insanlara bakamazdım.
Bir şey demedi. Ben de demedim. Bir ara kaymak isteyip istemediğimi sordu. İstiyordum. Gidip her bir kaydıraktan kaydık, tahteravalliye bindik. O benden biraz daha ağır olduğu için öne oturdu. Bunun mantığını lisedeki tork derslerinden biliyordum, ona sordum. Bilmiyormuş, deneyerek öğrenmiş benim aksime.
Yine de anlatmama bir şey demedi. Ben de anlattım, destek noktasına uyguladığımız kuvvetlerden falan bahsettim. O da anlıyormuş gibi dinledi, anlamadığını fark edebiliyordum oysaki.
Hoşuma gitti böyle olması, babama da lisedeyken anlatırdım böyle şeyleri. Ben anlamam diyip geçerdi.
Hay sikeyim, yine aklıma düşmüştü evlilik konusu. Zaten Jeongguk da sıkılmış olacak ki yola düşmeyi teklif etti, reddetmedim ben de.
"Yine o oyunlarından bulsana." Arabayı kullanan bedenden gelen sesle yoldaki bakışlarımı ona çevirdim, "Efendim?"
"İlk bindiğinde farklı farklı oyunlar buluyordun, yine yapsana. İddiaya falan girelim hatta." Bunu demesiyle sırırttım, babamla her uzun yolda yaptığımız bir aktivite vardı ve bunu o kadar tekrarlamıştım ki ezberimdeydi artık. "Kore'in 85 şehri var, daha çok şehir bilen kazanır!"
"Ama bu ilk sayana haksızlık değil mi?"
"Sırayla söyleyelim o halde."
Ve başladı saymaya. Bir şeyi denemek istediğim için onun başlamasını istedim, Seul diyerek başladı. Daegu dedim, memleketimdi sonuçta. Sonra Gwangju dedi, ve biz sırayla Kore'nin şehirlerini saymaya devam ettik. Onun bu oyunda iyi olduğunu tahmin edebiliyordum, sonuçta her şehri geziyordu ancak benim amacım bir şeyi denemekti, ve tahminim tutmuştu da. Biz Kore'nin 84 şehrini sayıp da sıra ona geçene kadar söylememişti Busan'ı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lavenders || Taekook
FanfictionTaehyung'un yetişmesi gereken bir düğün vardı ve Jungkook değişik bir yol arkadaşıydı. #1 - taegguk #5 - jeongguk #6 - vkook