12

1.6K 197 19
                                    

Yeni bi hat almaktan vaz geçmiş, telefonumuysa karavanın camından dışarı atmıştım. Sahili gören, dağın kenarı diyebileceğimiz bir yoldan gidiyorduk. Telefonun uçurumdan düşüp parçalara ayrıldığını tahmin etmek zor değildi. Jeongguk'un telefonundan kardeşlerime mesaj attım, yeni bir hat almanın gereksiz olduğuna karar vermiştik. Zaten 10 metrekare karavanın içinde beraberdik, o da telefonunu haftada bir falan kullanıyordu bu yüzden sorun olmayacaktı.

"Sence karavanın tepesine çıkıp otursam düşer miyim?"

Sorduğum soruyla birkaç saniye düşündü, bana hayır demek istemediğini biliyordum. Bakışları hız göstergesine kaydıktan sonra cevapladı sorumu, "Bacaklarını karavanın içine sarkıt ve sıkı tutun, ben de hızımı düşüreyim. Daha önce ne kadar istesem de başka bir sürücü olmadığı için deneyemedim o yüzden kestiremiyorum tehlikesini, sen çıktıktan sonra bakarsın." Onu onaylayıp kapıyı açtım, içeri geçerken arkamdan dikkatli olmamı söylediğini duydum.

Basamak sallanmasın diye kapıyı geri kapattıktan sonra kapağı yana doğru iterek açtım ve tek ayağımı demire koydum. Yukarıdan tutunarak kendimi karavanın tepesine çektikten sonra dengemi kaybetmemeye dikkat ederek oturdum karavanın tavanına. Ellerim ilk başta oturduğum yerden destek alsa da sonradan buna gerek olmadığına karar vermiş, önce tek elimi sonraysa diğerini bırakıp havaya kaldırmıştım. Saçlarım rüzgardan dolayı geriye doğru uçuşurken başımı sola çevirip okyanusa baktım, mavi rengi seviyordum. Okyanusun sesi normalde buraya geliyorsa da rüzgarın uğultusu yüzünden duyamıyordum ama önemli değildi, kendimi bir müzik klibinin içinde gibi hissediyordum.

Kesinlikle karavanı kısa süreliğine de olsa ondan almalı ve onun buraya çıkmasını sağlamalıydım, parmak uçlarıma kadar rüzgarı hissetmek kadar güzel hissettiren tek şey Jeongguk'tu.

Derin bir nefes alıp bakışlarımı yola çevirdim, iki şeritliydi. Üç, emniyet şeridiyle. Solda, uçurumdan önce bir adımlık genişlik vardı. Gözlerimi kapatıp kendimi geriye attım, rüzgar yüzüme çarpmıyordu böyle.

Geri içeri geçmeye karar verdiğimde bedenimi kalkmaya zorladım, rüzgarın direncinden olsa gerek bedenim karavanın tavanından ayrılamıyordu. Tedirgin olmaya başlarken elimi kapağın olduğu yere doğru uzattım, tutunursam kalkabilirdim.

Ne kadar uğraşsam da karavanı yakalayaman ellerimle içimdeki korku daha da büyümüştü, bir kez daha kalkmayı denedim ancak öncekinden daha zordu, büyük ihtimalle denedikçe güç kaybettiğimdendi. Nefeslerim hızlansa da bana yetmiyormuş gibi hissediyordum, kuruyan dudaklarımı yalayıp Jeongguk'a seslenmeye çalıştım.

Rüzgardan dolayı ben bile kendi sesimi duyamazken karavanın önünde oturup camını kapatmış sevgilimin beni duymasını beklemek aptallık olurdu, yine de pes etmeyerek elimi yumruk haline getirdim ve karavana vurmaya başladım. Üstündeki tahta kaplama elimi acıtırken aynı zamanda bunun sesin geçmesine engel olduğunu fark ettim.

Son çare olarak bacağımla aradaki kapıya tekme etmeye çalıştım ancak başarılı olduğum söylenemezdi, şu an beni tutan tek şeyin karavanın içine sarkan bacaklarım olduğunu bildiğimden onları kullanmaya cesaret edemiyordum. Korkum had safhaya çıkarken anın getirisiyle gözlerimden akan yaşlara engel olamadım.

Canım kıymetliydi benim, başıma bir iş gelsin istemezdim hiç. Ağlamam hız kazanırken bir kez daha savurdum bacağımı, ayağımın ucunun kapıya değdiğini hissetsem de çok hafifti. Duyup duymadığını bilmiyordum ancak duymuş olmasını diliyordum.

Bir kez daha kıpırdamaya cesaret edemeyerek alt dudağımı ısırdım. Tanrım, diyordum içimden, nolur duymuş olsun.

Hissettiğim şeyden emin olamayarak başımı yolun sağına çevirdim. Geçtiğimiz ağaçlar eskisi gibi seçilmez değildi, ağzımdan rahat bir nefes çıkarken ellerimi saçlarıma attım, yavaşlıyorduk.

Karavan emniyet şeridinde durduktan saniyeler, belki saliseler sonra kapının açıldığını duydum. Bacaklarıma sert olmasa da değen kapı bunu doğrularken kalkmıyordum yattığım yerden. Kalkabilirdim ancak gücüm yoktu buna, fiziksel değildi bu zayıflığım. Durduktan sonra gelen rahatlamayla sinirlerim boşalmış, ağlamam daha da kuvvetlenmişti.

Jeongguk seri hareketlerle yanıma çıkarken gözlerim kapalıydı, sakinleşmeye çalışıyordum. Yanağımda hissettiğim büyük el bana yardımcı olurken kafamı onun eline yasladım, "Güzelim, iyi misin? Taehyung? Bak, durduk. Aç hadi gözlerini, iyisin. Yanındayım." Beni sakinleştirmeye çalışsa da kendisi de sakin değildi, bunu hızlıca söylediği kelimelerden anlayabiliyordum. Gözlerimi açtığımda tahmin ettiğim gibi endişe dolu bakışlar karşıladı beni.

Tek elim onun koluna tutunurken kendimi kaldırmaya çalıştım, yanağımdaki eli sırtıma ulaşıp bana destek verdiğinde kafamı omzuna yaslayıp nefeslendim. "Çok korktum, Jeongguk."

Sesimin titrediğini fark etmiştim. O bana iyi olduğumu ve yanımda olduğunu tekrarlarken kolundaki elimi yüzüne çıkardım, yüzünü kendime yaklaştırıp dudaklarını öperken nefesimin sonunda düzene girdiğini hissedebiliyordum. Öpüşme denemezdi buna, dudaklarımızı birleştirmiş sakinleşmeyi bekliyorduk yalnızca.

İçeri girip ön tarafa oturduğumuzda çıkmadan önce açık olan şarkının kapatılmış olduğunu gördüm, beni o seslerin arasından duyabilmiş olması mucizeydi.

"Kaç dakikadır o şekilde beni mi bekliyordun, Tanrım, özür dilerim Taehyung. Duyamadım seni."

O kendini suçlarken uzanıp elini tuttum, "Beni sana seslenebildiğim anda duydun Jungkook."

"Nasıl olduğunu anlatmak ister misin?" Araba emniyet şeridine çekilmiş dururken biz birbirimize dönmüştük, "İlk çıktığımda çok güzeldi, oturuyordum ve rüzgar bana çarpıyordu. Okyanusu oradan izlemek ayrı bir deneyim, ama daha sonra rüzgardan rahatsız olup uzandım ve geri kalkamadım. Rüzgar göğsüme bastırıp beni geri yatırıyordu sanki. Kendim kalkamayınca sana seslenmeye çalıştım, en sonunda kapıya vurabildiğimde durdun zaten. Peki sen beni o kadar hafif vurmama rağmen nasıl duyabildin Jeongguk, üstelik müzik de açıktı?"

"Müziği kapatmıştım, aklım da kulağım da hep sendeydi zaten." Sesi hafifçe titrerken onun neden bu kadar duygulandığını anlayamamıştım. Beni kendine çekip yüzünü boynuma gömdü, kolları da etrafıma sarılıydı o sıra. Boynum hafiften ıslanırken titrek sesiyle "Çok korktum" dediğini duydum, "Seni kaybetmekten ölesiye korktum Taehyung."

Ellerim sırtına ulaşıp iki kez hafifçe vurduğunda kendini geri çekti. Ufak bir ağlayıştı onunkisi, anın getirdiği duyguları boşaltmak istediğini anlayabiliyordum. "Taehyung, ben hep öyle ölmek isterdim biliyor musun? Her insanın da böyle bir ölümü hak ettiğini düşünürdüm. Mutluydun, rüzgarı hissedebiliyordun. Sevdiğin bir şey yapıyordun, özgürdün. Herkesin son anı böyle olmalı derdim ama yanılmışım. Sen, Kim Taehyung, benim ölümden korkmama sebep oluyorsun."


 

 

 

Sırf 2 smut üst üste olmasın diye araya kattığım bölümün saçmalığına bakar mısınız

Lavenders || TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin