3•

1.5K 54 87
                                    


 Kaç gün geçmişti eziyetsiz geçen? Sayamamıştım, az da olsa hayatımın en güzel günleriymiş gibi zaman kavramını unutuyordum. Yüzümün halinden, olmayan vicdanı sızlamış olmalı ki günlerdir yüzüme dahi bakmıyordu. Şükrediyordum Allah'a, dualarımın kabul olduğunu hissediyordum.

Geçen günlerin sayısını hesapladığımda kendi kendime şaşırıyor ve binlerce kez maşallah nidaları çekiyordum. Tam tamına yirmi gün olmuştu. Yirmi gün...

Banyoda hemen hemen geçen yaralarıma merhem sürüyordum hafifçe. Acımıyordu, ama sızlıyordu. Kalbim sızlıyordu. Ellerimden kaybolup giden, yaşayamadığım yıllar sızlatıyordu kalbimi. O yılları ne zaman kazanacağımı, istediğim hayatla ne zaman buluşacağımı bilmiyordum. Ama hissediyordum, bir gün kurtulacaktım bu azaptan. Ait olduğum yere gidecektim, babamın ve sevgilimin yanına.

Kapının sertçe açılması, ürkekçe bir tepki vermeme neden olmuştu. Gelen Aydoğan'dı. Gülümseyerek her bir zerremi inceliyordu.

"Lerzan... Hadi hazırlan biriciğim, biraz dışarıya çıkalım. Ne dersin?"

Anlamayan gözlerle bakıyordum ona. Neyden bahsediyordu? Bahçeye bile zor çıkarken dışarıya mı çıkarmaktan söz ediyordu bu adam?

"Hadi hayatım, bir an evvel çıkalım."

Derince nefesler alarak geriledim biraz banyonun içinde. "Normalde çıkmama izin vermiyorsun, ne değişti bugün?"

Gözlerini kapatıp derin nefesler eşliğinde sakinleşmeye çalışıyordu. Yanlış yapmıştım, adeta arının yuvasını dürtmüştüm.

"Önceden öyle söylüyordum, evet. Ama şimdi böyle istiyorum Lerzan. Hayırdır, bir sakıncası mı vardı senin için?"

Kafamı 'hayır' manasında sallamakla yetinmek zorunda kaldım. Ne diyebilirdim ki, hem de yaralarım yeni yeni geçerken?

Benim için seçtirdiği buz mavisi, tülden bir elbise giyecektim. Giymek zorundaydım, giymezsem neler olacağını düşünmek istemiyordum. Oldukça güzel olan ve benim yaşlarımda hangi kız görürse görsün bayılacağı bir elbise duruyordu karşımda. Ama isteyemiyordum, hatta istemek de istemiyordum. Biliyordum ki o elbisenin içinde olmak binevi ona teslim olmak gibi bir şeydi.

Alayla gülümseyip elbisenin karşısından kalkabilmiştim sonunda. Makyaj malzemeleriyle yüzümde var olan tüm suç delillerini siliyordum. Siliyordum ki tüm gece çok mutluymuşuz gibi rol yapabileyim. Siliyordum ki herkes Aydoğan'ın gerçek kişiliğini öğrenmesin.

Ayağıma bir çift babet giymiştim. Çünkü emindim ki uzun süredir görmediğim yollar beni afallatacaktı. Nitekim öyle de oldu. Arabadan inip lokantaya girmem için yaklaşık on adım atmam gerekliydi. Ama benim için yüz binlerce adıma bedeldi. Dışarıdaydım, özgürdüm, tel örgüler etrafımı sarmıyordu, insanlar vardı hem de farklı insanlar.

Kainat üzerinde ne kadar çok sima olduğunu hatırladım o an. Oysaki aynı insanları görüyordum, on beş çehre ya görüyordum ya görmüyordum. Bu yıllar bana insanların yüzlerini, hissettiklerini daha iyi anlayabilmemi sağlamıştı. Tek iyi yanı...

Bizim için özel hazırlandığı belli olan bir masaya geçiyorduk. Etrafımızda birkaç masada oturan tek tük insanlar ve sayılı sayıda garsondan başka kimseler yoktu.

Deniz manzarasından bir türlü alamıyordum gözlerimi. İçimde yananlara su serpiyor gibi hissediyordum. Denize çarpıp gelen rüzgar, yüzümü okşuyordu yavaşça. Yıllarca burada kalmayı, burayı hissetmeyi istiyordum. Dünyayla aramdaki hasretimi giderirken Aydoğan girdi araya. Her yerden çıkıyordu, neden giriyorsa zaten aramıza?

ELEMKÂRÂNE +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin