Bir ses geliyordu önce derinlerden, sonra yokluğu zuhur ediyordu. Tüm duyduklarım artık yalan olmaya başlamıştı. Onun sesi dolduruyordu kulaklarımı ama o yoktu. Resmi, korneamın her bir miliminde dolanıyordu ama o yoktu. Burnum kokusunu duyamıyordu artık, ellerim çok az hissettiğim tenine dokunamıyordu.
Tam bir ay olmuştu. O hatırlamak dahi istemediğim günün üzerinden tam bir ay geçmişti. Peki bugün ne yapacaktım? Bir aydır yaptığım gibi Lerzan'ı ellerimin arasından kaybettiğim yere mi gitmeliydim? Yoksa ona ait olan yatakta mı yatmalıydım?
İçini Lerzan'ın doldurduğu bu derin düşüncelerimi, isterdim ki kimse bozamasın ama kapıda durduğunu fark ettiğim Yağız, düşüncelerime bir set çekmişti.
"Neye bakıyorsun Yağız? Neden bakıyorsun? Lütfen bir şey söyle bakıyorsan. De ki: "Geldi," "Yaşıyor," "Nefes alıyor,""
Tavana diktiğim gözlerimi sonlara doğru Yağız'a çevirmeyi başarabilmiştim. O tavan benim için sadece bembeyaz, düz bir duvar değil; Lerzan'ın hayaliydi.
"Abi, yapma lütfen artık. Lerzan yok, kabul et bunu. Bir şeylere ümit bağlama, daha çok üzülme."
Duyduklarım karşısında hızla ayağa kalkıp Yağız'ın yanını bulmuştum. Kalbim, uzun süredir atmadığı kadar hızlı atıyordu şimdi.
"Kes çeneni Yağız!"
"Abi, yapma!"
"Sus Yağız, o dönecek, gelecek."
"Abi, öldü o."
"Yağız, sus, o ölmedi."
"Abi, öldü."
"Yağız, kapat çeneni!"
"Enes! O öldü diyorum, ölüm raporunu gördün! Hala neyin peşindesin sen! Kendine gel!"
Yağız'ın ağzından dökülen tüm sözcükler zihnimi doldururken tahammül seviyemin düştüğünü hissediyordum.
"Ölmedi Yağız, ölmedi! Biliyorum, hissediyorum, ya duyuyorum. Rüyalarıma geliyor, benimle konuşuyor Yağız. Şimdi söyle, nasıl öldü diyeyim?"
Yağız'ın gözlerinin dolduğu ilişti ilk önce gözlerime, ardından kollarının bana doğru atıldığını gördüm. Sıkıca sarıldı bana, bir şeylerin acısını geçirmeye çalışır gibi sarılıyordu adeta. Gözlerimden birkaç damla yaş akınca elimin tersiyle sildim ama bunu yaptıkça ardı arkası kesilmeden devam ediyordu yaşlar.
"Yapma Yağız, yapma..."
"Asıl sen yapma be abim, yazık etme kendine."
Yardım dilenir gibi daha çok sarıldım ona. Yardım dileniyordum çünkü biliyordum ki hiç kimse bana yardım edemeyecekti.
Nefesimi daraltan evden kaçma isteğiyle hızla kayboldum evden. O zindana gidecektim yine, yine Lerzan'ı arama ümidiyle dolaşacaktım.
Kül olmuş bir araba, küle dönüşmüş otlar çevreliyordu orayı. Bir koku seyir ediyordu ortamda, Lerzan'a aitti, bu koku kesinlikle Lerzan'a aitti.
Bir rüzgar değiyordu tenime, Lerzan'ın kokusunu gönderiyordu ciğerlerime burnumdan. Tenime değen rüzgar, sanki Lerzan'dı, sanki Lerzan'ın eli okşuyordu yanağımı. Tüm hücrelerim Lerzan'ın varlığını kabullenmiş gibiydiler.
Ortada bir gerçek vardı, kabullenmesi çok acı olan bir gerçek... Lerzan gerçekten yoktu.
Bir öfke kapladı içimi aniden, neden olduğunu bilmediğim bir öfkeydi bu. Aydoğan, kesinlikle ölmeyi hakkediyordu. Lerzan'ın yaşadığı her şey tam olarak onun suçuydu, ölümü dahil...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ELEMKÂRÂNE +18
Teen FictionKitap +18'dir. Cinsellik içermese de içinde geçen şiddet sahneleri ve çarpık ilişki sahneleri vardır. Etkilenebilecekler için küçük bir uyarı... Öncelikle hoş geldiniz. Bu kurgum, şiddete uğrayan kadınlara farkındalık kazandırmak amacıyla oluştu kaf...