Selam! Nasılsınız? Bölüm biraz geç geldi ama hayatımızda aniden oluşabilecek aksilikler oluyor maalesef ki.
Bölüme geçmeden önce vote ve yorum yapmayı unutmayın lütfen. Bunu sürekli söyleyerek sizi sıkmak istemem fakat her yorum beni yazmaya teşvik ediyor, hevesleniyorum. :"
Vote sınırı : 150
Yorum: 150Mabel Matiz, Şarmaşık
Keyifli okumalar<3
"Altıncı bölüm"
"Ölüm bir eve girince, sağ kalanları da biraz öldürüyor," diyor Peyami Safa. Bunun ne demek olduğunu en iyi bilenlerdendim. Ölüm soğukluğunu iliklerime kadar hissediyor hiçbir şey yapamıyordum. Derin bir soluk alıyor, omuzlarımla birlikte göğüs kafesim yükselip alçalıyordu ama bu yine de benim ölmediğim anlamına gelmiyordu. Ölmek demek tamamen yok olmak değildi.
Ölüm... Ben gibiydi.
Sahi, ben nasıl hayatta kalmayı becermiştim? Onca olanlardan sonra nasıl akıl sağlığım yerli yerinde duruyordu? Sürekli düşünüp bir yere varamamak... Düşündüğün yerde çakılı kalmak anlatılması zor bir gerçekti.
Gökyüzü bir tüm düşüncelerimi yok etmek adına yağmur yağdırmaya başlamıştı. Üzerime tane tane düşen yağmurun huzurunu hisedememek kadar berbat bir durum yoktu. Islanmaya başlayan uzun saçlarım yüzüme yapışmıştı. Cebimdeki ellerim yumruk şeklini aldı.
"Burası neresi?" Diye sordum, titremeye başlayan dişlerimle. "Beni Şima'ya götürecektin!" Geldiğimiz yer bir bağ eviydi. İki katlı ahşaptan oluşan bir bağ evi. Urfa'nın çıkışına doğru gittiğimizde beni Şima'ya götürüyor sanmıştım.
Yanılmışım.
Keskin ses tonuyla irkildim. "Bu hâlde bir yere gitmeyi unut. Şimdi daha fazla ıslanmadan içeri geçelim." Üzerindeki nereden getirdiğini bilmediğim şemsiyeyi üzerime tutmaya çalıştığında geriye kaçarak ciddi olup olmadığını anlamak için sert çehresine diktim gözlerimi.
"Sen ne dediğinin farkında mısın!?" Ellerimle başımı tuttum her iki yandan. "Yok yok, değilsin! Sen ne dediğinin farkında hiç değilsin."
Üzerime doğru yürüyüp şemsiyeyi ikimizin ama daha çok benim üzerime tuttu. Yüzünü eğdiğinde sinirli solukları tenime dağılmaya başlamıştı. Burnunun kanatları genişlerken, "Ne dediğimin farkındayım. Seni götüreceğim demedim!" dedi.
Geri geri gittiğim için arkamdaki arabanın kapısına çarpan sırtım yüzünden daha fazla gidecek bir yerim kalmadı. Sırtım tamamen kapıya yaslandığında burnumun dibindeki esmer yüzüyle güç bela yutkundum. "Benim kız kardeşim öldü." Dedim titreyen ellerimi nereye koyacağımı bilmeyerek. "Ona gideceğim Yusuf Bozbey. Sen, bana engel olamazsın."
"Olurum." Dedi. "Sana engel olurum Piraye. Seni göz göre göre açık hedef haline getirmeyeceğim."
"Buna engel olmazsın!" Diye bağırdım öfkeyle.
"Senin yüzünden bu sefer de cenaze de mi katliam çıksın istiyorsun?" dediğinde sarsıldım. Ensemden soğuk bir ürperti geçti usulca.
Senin yüzünden...
Benim yüzümden...
Bu ağır olmuştu. Bu göğüsümü parçalayacak bir acının beni yoklamasına neden olmuştu. O acımı büyüttüm. Ona karşı yıkılmaz bir duvar oluşana dek büyüttüm. Titremesin diye birbirine bastırdığım dudaklarımı araladığımda nefesimin onun yüzünde bir buhar olmasına takılmadım. Takıldığım nokta onun ela gözlerinin bana anında acıyarak bakmasıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BOZBEY
General FictionAilesini, en yakın arkadaşının düğününde kaybetmiş bir Çerkez kızı. Piraye Vumar! Ağalığı bırakmış bir adam. Yusuf Agir Bozbey! "Töre kitabı değildir"