Tarih atalım~
...
Çoğu şeyi
Hayır her şeyi, zaman her şeyi tedavi eder diye bir söz var. Garip bir terim bu, bana bunu genellikle annem söylerdi, evet henüz dokuz yaşındayken beni terk eden annem, yani küçük bir çocuğa denmesi en saçma söz budur herhalde, zaman kavramı bile tam olarak aklıma oturmamış o zamanlar. Ama ona kızmıyordum, hâlâ da kızmıyorum, bazen anlamak gerekir derim ben, anlamak ve zaman vermek, zaman fütursuzca akıp giderken hayatımdan çok parça verdim çok kişiye, denedim, öldüğünü sanıp aylarca arkasından paramparça olduğum abime çok zaman verdim mesela, beni kabullensin diye her şeyimi ortaya koyduğum babama da çok zaman verdim, ve dokuz yaşımdan beri beni on yedi yıldır birkez bile görmeye gelmemiş olan anneme de yeterince zaman verdim, ama bunlar yalnızca birer hiçti şimdi. Gözlerim yerdeki bedeni izlerken bunlar yalnızca hiç geliyordu gözüme
Zaman tedavi edemezdi
Kızıl saçlarından da koyu olan o kanın akıp gidişini ne zaman ne de siktiğimin herhangi bir kara büyüsü tedavi edemezdi. Ölüm onun kızıl tutamlarını teğet geçip tatlı beyazlığını taşıyan tenine vurduğunda da bunu hiçbir şey tedavi edemezdi. Onun kırık ruhunu hiçbir şey tedavi edemezdi, parmaklarının arasından dökülen kanını, gecenin yıldızlarını misafir eden o bal rengi irislerini, ölümünde bile yüzünden eksilmeyen o arsız sırıtışını hiçbir güç geri getiremezdi. Kan kokuları doldu burnuma, zihnim bana oyun mu oynuyordu? Tablo görüyor gibiydim, bir cinayet tablosu, baş fail en ortalarında öyle huzurluca dururken yanındaki figüranları ona itaat ediyormuş gibi acı çeken bir hâle bürünmüştü
Zaman beni de tedavi edemezdi
Parmaklarım geçip giden rüzgarla çoktan polis kalabalığının uğultusunu ağırlayan zavallı kulaklarıma ulaştı, orada bekledi bir süre, bu gereksiz gürültüden çok nefes alış veriş seslerim bir tür işkenceydi benim için, nefes almak güçtü. Birgün bana bir suçlu için bu hâle geleceğimi söyleselerdi bolca küfür ederdim herhalde, ederdim, küfürbazımdır ben biraz. Komikti bunu şu an düşünmem belki, kasımın alışıldık rüzgarları onun kızıl tutamlarını okşayıp giderken kahvelerimi bedeninde gezdirdiğim oğlanla olan geçmişimin günahlarını unuttum bir an, şimdi orayı ağırlayan tek düşünce buydu, küfürbazdım değil mi? Odaklanmaya çalıştım, yalnızca buna, günde kaç kere küfrederdim mesela? Aklımı kaybetmeden önce bir şeyler düşünmem gerekiyordu
Düşünemiyordum
Sikeyim, düşünmek hep bu kadar zor muydu? Bir şeyler demek istedim, en azından birkaç kelime sarf edebilmek, bilmiyorum, ya da son birkez onun soğukluğuyla ölümü karşıladığı ellerine değmek istedim. Acı çekmiyordu, bunu biliyordum, ukala herif Lee Minho, bugün acı çekmiyordu. Öyle huzurlu duruyordu ki ruhsuz et parçası, onun için iyi olan bu muydu diye düşünmeye başladım bir anlığına. Belki de zamanın tedavi edemediğini ölüm tedavi etmişti. İlginçti. Kendimi bildim bileli babam yüzünden bu tip suçlularla yüzyüze gelmiştim, ama yalnızca onda böyle bir şey vardı, o farklıydı işte
Lee Minho, kötü olmak istememişti
Yirmi altılarımın sonunu tüketen ve bunun on beş yılını karakol ortamında yetiştirilerek geçirmiş biri olarak söylüyorum, o kötü olmak istemiyordu. İyi olmayı bilmiyordu, evet bilmiyordu. Adımlarım bir ileri gitmişti yavaşça, bir yaşam belirtisi gösterdiği için bedenime minnettar olmalıydım, ama yaşam bile acı vermekten başka bir sikime yaramıyordu. Uyuşmuş gibiydim, acı çekecektim, ama hissetmiyordum işte, ne zaman acıyacaktı bilmiyordum, tek bildiğim acıyacağıydı ve bu bilinmezlik korkuttu bedenimi. Etrafta koşuşturan polisler onun cesedine dokunmazken düşüncelerimi istila eden tek kelime buydu; acıyacaktı