Afalladı. Sevişmedik laylaylom mu yaşadık sanıyordu yoksa sekiz ayımızı? Öldürecektim onu öldürecek. Hele bir kendine gelsin de mahvedecektim tüm hayatını. Dar edecektim ona dünyayı.
"Biz seninle..."
"Evet. Bazen üç tur bazen bir ama saatlerce. Emin ol her şeyi yaptık."
Saygı ekleri kafamda gidip gelse de sinirimden olduğunu biliyordum bunun. Kırgınlığımın getirdiği bir sinir vardı üzerimde. O ise söylediklerimden hiç utanmışa benzemiyordu. Utanmazdı tabi yoktu öyle bir duygusu it herifin.
"O zaman iyi ki hatırlamıyorum ha?"
Kalbime bir şeyler saplandı. Şaka değil. Öyle bir yaktı ki bu cümlesi içimi nefesim kesildi bir an. Zar zor yutkunup dolan gözlerimi onun keyifli yüzünden kaçırdığımda önümdeki dolu kadehi tuttuğum gibi sabahtan beri aç olan mideme gönderdim.
Canım yanmıştı.
Boğazımdan akıp giden içki değil o yakmıştı canımı.
"Cevaplayın. Sonra da siz sorun."
"Cevaplamazsam ne olacak?"
Dirseklerini masaya koymuş ellerini havada birleştirmiş bana meydan okurcasına ve yüzünden silmediği o alaylı ifadesiyle bakarken dişlerimi birbirine bastırdım. Kime rest çekiyorsun sen diyordu. Biliyordum ben onu.
"Başta söyledim ya, unuttunuz mu yoksa?"
Sinirlendi.
"İhtiyar büyücü geçit kapısını oraya, o odaya koydu. Benden başka birinin de orada olması yan etki yapmış olmalı ki buradasın. Şimdi sen söyle, neden o odada beraberdik? Nasıl geldin benimle?"
Büyücü? Geçit kapısı? Şaşırmadım. Şaşırsam kafayı yerdim belki de ama kendimi Min Hanedanlığı döneminde bulmuşken bir de büyüye mi şaşıracaktım. Sanmam.
"İlişkimiz boyunca sürekli ortadan kaybolup duruyordunuz. Birkaç günlüğüne ve telefonları açmıyordunuz. Hoş, şimdi anladım nereye geldiğinizi ama neyse. O gün de takip ettim sizi. Tabi siz anlayıp yakaladınız beni oraya götürdünüz."
Çatılan kaşlarıyla kafasını hafifçe salladı.
"Peki, neden beni tanımıyorsun, hatırlamıyorsun?"
Masadaki bakışları yumuşak sesimle aniden bana tutunduğunda kaşları hafifçe havalandı. Birkaç saniye boş boş birbirimize baktık. Sonra o büyük sandalyesini geriye itip ayaklandı. Yavaşça bana doğru gelmeye başladı.
"Sen beni tanıyor musun ki ben seni tanıyayım?"
Dedikleri içime kor alev düşürüp canımı sıkarken ben de ayaklanıp ona doğru yürümeye başladım. Yumruk atmayacağım diye içimden geçirirken masanın ortasında buluştuk. Sikeyim ya, çok özlemiştim şerefsizi. Yüzünün her yerini öpmek istiyordum.
Gözleri gözlerimdeyken elim yavaşça havalandı, parmak uçlarımla karnının bir noktasına dokunup hafif çapraz bir biçimde yavaşça kaydırırdım ve yine durdum. Yüzü ve bedeni gerilmişti.
"Tam buradan başlayıp burada biten bir yaran olduğunu ve daha nicesine bilecek kadar. Mandalinayı çok sevdiğini, kitap okumayı, kahve içmeyi, kedileri çok sevdiğini... Sürekli başını belaya sokup gün sonunda kollarımda dinlediğini... Her şeyi ama her şeyi çok iyi biliyorum ben."
Ağlamaya başladığımda bomboş bakıyordu yüzüme. Yakasına yapışmak istiyordum. Hatırla beni demek istiyordum.
"Bir tek bunu bilemedim işte. Beni unutacağını, gözlerime bu kadar yabancı bakacağını, biri bana dokunsa yaygara koparırken kılıcınla boğazımı keseceğini, öldürün diyeceğini bilemedim!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
remember me |yoonmin
FanfictionYAZMA İSTEKSİZLİĞİNDEN DOLAYI ARA VERİLDİ (bölüm gelmeyecek) BÖYLE DURSUN DEDİĞİNİZ İÇİN KALDIRMIYORUM!! Gece sevgilisiyle uyuyan Park Jimin gözlerini açtığında kendini Min Krallığının sınırlarında bulur.