Bölüm 8 <3

63 5 0
                                    

Bölüm 8

Tam takır kuru bakır olan bir ev için ne gerekli olabilirdi? Tabii ki her şey! Ama o gerekli olan her şeyi önündeki kâğıda sığdırabilmesi mümkün müydü, bu konuda endişeleri vardı Naz'ın. Temizlik malzemeleri derdi vardı. Çamaşırından bulaşığına, zemininden camına kadar ayrı ayrı hem de... Elindeki kalemi gergince sallayarak hafifçe çenesine vurdu. On dakikadan fazladır mutfağın masasının başında, önünde bir kâğıt parçasıyla beraber oturuyordu ve bu kâğıda yazacağı her şey onu sıfırı tüketmek durumuna daha çok yaklaştıracağından, bir türlü ihtiyaçlarını en aza indirgeyemiyordu. Uzun süredir ahenkli bir ritim tutturmuş olan midesinden gelen sesler ürkütücü bir hâl almaya başlamışken yiyeceklerden başlamaya karar verdi. Dünden beri kraker dışında boğazından hiçbir şey geçmemişti. Şimdi de saat öğlen olmuştu neredeyse ve kraker stokunu tüketmişti. Üstüne üstlük içinde bulunduğu açlık, büyük bir alışverişe müsamaha gösterecek dereceyi çoktan geçmişti. O yüzden şimdilik midesine göre tek öğünlük bir alışverişle yetinebilirdi.

Sağlam bir kahvaltının adımları olarak kahvaltılıkları aklından geçirdi. Gerçi bulunduğu saat, kahvaltı yapılacak saatten çok, brunch saatiydi. Brunch düşüncesi bile midesine sert krampların girmesine neden oluyordu. Türlü türlü peynir, zeytin çeşitleri, farklı türde onlarca meze, börek, çörek...

Tamam! Şimdi sakin olmalıydı.

Son İtalya ziyaretinde tattığı o güzel parmesan peyniri, pizzalar, her fırsatta Fransa'ya yaptığı ziyaretlerinde tattığı şaraplara eşlik eden sayısız peynir çeşidi... Fransa demişken kahveyle hoş bir birliktelik içerisinde olan kruvasanı unutmamak gerekiyordu. Gerçi unutmak istese de kalçaları unutturmazdı. Çünkü bir deyime göre; kruvasan ağzınızda otuz saniye, midenizde otuz dakika, kalçalarınızda ise otuz sene kalıyordu. Kruvasanın yanına yakışan kahvenin de Brezilya'dan olmasını tercih ederdi. Karnaval zamanı gittiğinde bundan emin olmuştu. Ya o kahvenin yanına yakışacak olan diğer tatlardan, Kanada'da yediği akçaağaç şuruplu, tereyağlı turtalarla, Kanada'nın medarı iftiharı, her aklına gelişinde ağzının suyunu akıtan poutine efsanesine ve Avustralya'da yediği çöreklere ne demeliydi? Gerçi Avustralya'dan aklında kalan çöreklerden çok, gelişmiş hayvancılıktan ortaya çıkan, barbeküden sofralara ulaşan bin bir çeşit pişirme şekliyle etleriydi. Yemeğin ağırlığından kurtulduktan sonra İngiltere'nin beş çayının tadına varmak da enfes olurdu. Bir kısım ziyaretlerinden arta kalan o efsane lezzetlerin etkisi, beyninin en ücra köşelerinden açlıktan kendi kendini sindirmek üzere olan midesini uyarınca derin bir nefes alarak hatıralarını görmezden geldi.

Sakin hâli bu olamazdı!

Bu kadar abartmaya gerek yoktu. Kendi yurdunda da gayet tabii onlarla yarışacak lezzetler vardı ve burada bulabildiği ölçüde bu lezzetlerden faydalanarak mütevazı bir kahvaltıyla da idare edebilirdi. Şu an kahvaltı hazırlamak yerine, bulduğu en küçük şeyle bile yetinebilirdi aslında. Kâğıdı bir kenara bırakarak hızla odasına gitti ve eşofmanlarını giyerek dış kapıya ulaştı. Ayakkabılarını giymek için dış kapıyı ani bir hareketle açtığında kapıyı vurmak üzere olan bir elle burun buruna geldi. İrkilerek hafifçe geriye gittiğinde Gülbahar teyzeyle karşılaştı. Yaşlı kadın, ışıl ışıl kahve gözleriyle kendisine bakıyordu. Gülbahar teyzenin arkasındaki hareketliliğe gözü takıldığında Yağız'ın da kendi kapısının önünde olduğunu fark etti.

"Günaydın Nazlı kızım. Bir yere mi gidiyordun sen?"

Naz, önündeki yaşlı kadının sesiyle dikkatini ona çevirdi. "Günaydın," derken aynı şekilde gülümsedi. "Yemeklik bir şeyler almak için dışarıya çıkacaktım. Bu arada... Adım Nazlı değil, Naz..." deyip de adını düzeltmekten alıkoyamadı kendisini.

Aşkın 'Naz'lı Hâli / Kaldığımız Yerden Devam (:Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin