Kilitli Kapılar Açılsa 2.Seri/3.BÖLÜM

35 4 0
                                    

3.BÖLÜM "İZMİHLAL"

"Firuze...Firuze hocam...Firuze aç gözünü !"
Her ses birbirini karıştırırken açtım gözlerimi. Ne oldu bana ? Başım çok acıyor, derken doğruldum oturduğum yerde. Ben uyuşuk ve olayları anlamlandırmaya çalışır vaziyette etrafa bakarken, Berrak korku ile doldurduğu bedenini sakinleştirmeye yelteniyordu.
"Arkadaşlar bana ne olduğunu hemen söyleyin !"
Ben kızınca, mahçup bir vaziyette söze atladı Efe.
"Firuze odana birkaç dakika önce yeni oyuncumuz geldi. Sende onu gördüğün gibi ayağı kalkmışsın daha sonra da ona bir şeyler söyleyip bayılmışsın. Ayrıca bu kaçıncı artık...Biz sana demedik mi kendini toplarlamadan şu işe dönme diye."
En ufak bir cümle bile başımın ağrımasına sebebiyet verirken, Nur sıkıca elimi tuttu.
"Latif Bey'i gördüğün gibi Özgür'ün adını sayıklamışsın. Halbuki adamın alakası yok. Oldukça yaşlı, emekliliğine az kalmış, yetenek akan ama oldukça Özgür'e zıt bir adam. Bu kaçıncı halüsinasyon ben artık sayamıyorum Firuze. Sana yalvarıyorum bir şeyler yapalım ama belli bir süre kendini istirahate çekmelisin."
Her biri beni nasihatleri ile boğarken, ayağı kalkmaya yöneldim.
"Bakın arkadaşlar şu an sizinle bir arkadaş değil, bir yönetici veyahut bir genel sanat yönetmeni olarak konuşuyorum. Burası bir vakıf tiyatrosu ve ben bu tiyatronun her bir oyunun yöneticisiyim. İzin verin bu konuda sizden daha mantıklı düşünebileyim. Bana bir emanet verildi ve bu emaneti gururla taşıyorum. Kıç korkusu ile canına kıyabilecek kadar korkak bir adamın peşinden kendimi işten almak tamamen akla boşa ahval. İnanın bana burası çok daha iyi geliyor. Bir daha bu konu hakkında fikir veyahut öneri duymak istemiyorum. Yeni gelen oyuncuya sekreter haber versin. Ben biraz hava alıp öyle geleceğim." Bir kaya gibi dayanıklı, bir keçi kadar inatçıydı halim. Lakin bundan oldukça mutluydum. Kimsenin yapamayacağı şeylere en önden gidiyor, kimsenin cesaret etmeyeceği şeyleri onlar düşünme safhasında iken yapıp, bitirmiş oluyordum. Farklı düşünüyor, farklı işler çıkartıyordum. Burada evimde gibiydim ve bu yeterlilik duygusu ile aitlik duygusu başka hiçbir hanede yoktu. Buranın tadı Kevser Şarabı gibi eşsizdi...
"Firuze hocam ama..."Derken sertçe Sevda'nın sözünü kestim.
"Benim lafımı ikiletmeyin !"
Hepsi birden hayal kırıklığı ile dağılırken, sert ama dengesiz adımlarla odama doğru yöneldim. Her çıktığım basamak topuk sesleri ile biraz daha karışırken, aheste aheste hareket etmeye devam ediyordum.

Saatler sonra her şeyin programlanması bitmişti. Provalarla dolu bir gün yine bitmişti. Herkes yorgun, herkesin çehresinden okunan bir bitkinlik söz konusuydu. Gece 2'ye yaklaşırken çıktık salondan. Yeni oyunun heyecanı şimdiden eteklerimizi zil çaldırıyordu. Nihayet arabama binmiş, annemlere doğru yol alıyordum. Hız yapmadan gitmeye dikkat ederken, Lokman abilerin dükkanının önünde ki araba bile yolun ortasında aniden frene bastım. Arkamda ki araba bana çarpmamak için bin dereden su getirirken, hızla dükkana doğru koştum.
"Lokman abi..."
Benim içeri girmemle beraber eli ayağına dolaştı.
"Kızım bu saatte ne yapıyorsun burada ?"
Dışardan gelen korna seslerine ağız dolusu küfür etmek isterken kendimi sıkıyordum.
"Abi az önce kapının önünde Özgür'ü gördüm. Abi seninle beraberdi gördüm. Bak bugün kaçıncı oluyor Allah aşkına !" Ben bağırdıkça, hiddetle haykırdıkça tek yaptığı şey elleriyle beni sarmaktı.
"Kızım kurban olayım dur. Bak yalvarırım sakinleş. Özgür falan yok, benzetmişsindir. Bak ben babanı arayım gelsin alsın seni. Hiç iyi durmuyorsun."
Bir anda yere çöktüm. Lokman abinin sofrasında kalmış rakıya ve ağlayan gelin çiçeklerine uzun uzun bakakaldım.
"Abi..."
Eliyle beni durdurdu.
"Arabanı dükkanın önüne çekip geleceğim, bekle burada beni."
Birkaç dakika içinde hemen geldi. Beni masasının başına oturttu.
"Abi çıldırmak üzereyim. Aldığım nefes bile fazla geliyor. Gitmek istiyorum, bitmek istiyorum. Tükenmişliği her hücremle, her kıvrımımda hissediyorum. Delirdim sanırım attık. Her baktığım yerde onu görüyorum, her uzun boyluyu, her kumralı, her kibar seste konuşan birine gözüm çarptığında o sanıyorum. Herkese sevmiyorum, unuttum, bitti diyorum. Ama biten tek şey sabrım, dayanma gücüm, umudum, inadım, inancım...Bittim abi...Her şeyiyimle, her kesimim ile bittim. Kafayı yedim artık. Sevdiği şarkıları dinleyemiyorum, onunla beraber oturduğumuz yerlere gidemiyorum, onun en çok kullandığı cümleleri başka birinden duyunca ruhum sancıyormuş gibi oluyor abi. Çivi çiviyi söker hesabı. Aşktan ölüyorum ama beni bir tek aşk kurtarır...Cümbür cemaat üzerime geliyor, anılar beynimin her odacığını ele geçirmiş vaziyette. Ben çıkış yolunu kalbimde arıyorum. Deniz fırtınalı, tekne alabora oldu olacak ama ben yine de yolun sonuna varmak istiyorum. Öldü evet, geberdi gitti abi. Tam anlamıyla siktir olup gitti. Ama bak...kalan yine benim, bir umuttur diyip bekleyen budala yine benim. Ruhu pezevenk gibi olan bir adam için düştüğüm hâle bakar mısın ? Onca zamandır beraberiz, onca oyun izledin. Her birinde size döndüğüm an gözlerim parlardı. Şimdi sizin yüzünüze bakamıyorum abi. Şimdi sizin çehrenize baktığımda yanımın boşluğunun hüznü var gözlerimde. Abi, ben kendime oynadığım kumarı kaybettim..."
Şerefe diye uzattı bana hazırladığı rakıyı. Sonra bir yudum rakı ağzımızı yakarken, pikapın sesini son ses açtı. "Çoktan unuturdum ben seni, çoktan...Ah, bu şarkıların gözü kör olsun" diyordu bir kez daha Zeki Müren...
"Yaş kaç oldu Firuze ?"
"Yirmi yedi..."
"Kaç sene oldu gideli ?"
"Yaklaşık 3 abi"
Tam tamına yirmi yedi yaşındasın. Otuza az kala evlat. Yolu yarılamışsın neredeyse. Hayatında ne paran eksik oldu, ne hayallerini sattın...Tüm zorluklara göğüs gerdin. Yıllarca hayatını mahveden anneni affetmen üç gününü aldı. Amma velakin üç yılını senden çalan Özgür'ü affetmemek için yemin şarabını litre litre içmişsin. Sen acısına bakmıyorsun Firuze. Sana verilen acının eşiği tabiri caizse hiç umurunda değil. Senin acın Özgür'e olan özlemin değil çünkü kızım. Sen terk edilmeyi, bırakılmayı, terk edilmeyi gururuna yedirmiyorsun. Senin gururun, aşkının çok önünde. Eğer Özgür'e gerçekten aşık olaydın, şu an Özgür'ü affetmiş, bir mucize olsada gelsin diye gözünün içinde kaybolurdun. Şimdi şu kapıdan içeri girse, sadece intikamının ateşi ile yanacaksın. Başkası yok...Koca bir hiç. Seninkisi intikamın acısı ve arzusu."
"Değil abi, ben aşka değil, ona duyduğum aşka aşıktım çünkü..."
"Şimdi şu kapıdan içeri girse, affeder misin ?"
Pikabın sesini kıstı, derin bir sükuta teslim olmak istedi.
"Affederim abi."
Bir anda ayaklandı, alnıma ufak bir buse kondurdu. Masada ki bıçakları bana doğru çevirdi. Ve cebine sigarası ile dükkanın anahtarını alıp çıktı. Anlam vermeye çalışıp, ayaklanırken; içeri o girdi...
O...
O...
O...
O, bir karıncanın üstünden geçermişçesine üstümden geçen, bir denize taş atar gibi beni atan, bir ateşe odun atarmışçasına beni yakan ve kavuran, o...
Ruhum sancıyor, ellerim karıncalanıyor, midem acı içinde kıvranıyordu.
İlk defa bir hayal bu kadar gerçek gibiydi. İlk defa bir hayalin kokusu geliyordu burnuma...
O koku...
Bir daha hiç kimseden almayacağım, hiçbir parfümün veremeyeceği o koku...
Ben adımlarımla geri gittikçe, o bana ismimi söyleyerek yaklaşıyordu.
Masada ki bıçağı aldığım gibi üstüne yürümeye başladım.
"Sen...sen yaşıyorsun! Sen hâlâ hayattasın...Sen...Lokman abi yetiş, Lokman abi hemen gel yine görüyorum onu..."
Derken bana adım adım yaklaşmaya başladı.
"Hayır...Hayır Firuze halüsinasyon görmüyorsun. Sana yalvarırım sakinleş..."
"Sen...Sen gerçeksin!"
"Her şeyi anlatacağım, her şeyi açıklayacağım.Sadece...sadece bana beş dakika ver!"
Söylediği her bir cümle kulağımda yankı, yankı yankılanırken; üzerime düşen ateş, umman dökülse bile söndürülemeyecek bir yangına çevirimişti kendini.
Üzerime gelmesinden tiksinerek hiç acımadan, elim dahi tereddüte uğramadan tokat attım ona...
Elime geçen her cam şeyi yüzüne doğru atıyordum...
İçimdeki nefret, içimdeki korku, içimdeki mânâsızlık denizi dola dola koca bir okyanusa çevirmişti kendini...
O benden gözlerini kaçırdıkça, daha da çok utansın diye gözlerinin içine içine bakmaya devam ediyordum.
"Firuze'm...Lütfen bana öyle bakma. Sana yalvarırım sadece beni birkaç dakika dinle. Eğer seni ikna edemezsem defolup olup giderim."
Utanmadan, sıkılmadan, yüzsüz bir vaziyeti kendine meslek edinmişken, elimdeki rakı bardağını kafasına doğru fırlattım.
"Yaklaşma...yaklaşma! Defol git!"
Elleriyle ellerimi tutmaya çalıştı "söz veriyorum sadece beş dakika Firuze'm"
"Sen...sen bana neyin sözünü veriyorsun şeref yoksunu? Sen bir mektupla hayatımdan def olup giden, korkak, cesaretsiz, basit, ucube bir herifken; verdiğin bir sözü bile tutamamışken bana neyin sözünden bahsediyorsun!"
Ben bağırdıkça onun gözyaşları daha da çok artıyordu.
"Git...Git diyorum defol git!"
"Firuze'm dinle...Yalvarırım dinle"
Her bir cümlesi boğazımı bir düğüm misali boğarken, ellerimle tekrar ittirdim yere doğru.
Elime geçen her şeyi üzerine atmaya devam ettim.
üzerine sinmeye başlayan rakının kokusu ve camın sertliği ile beraber kanamaya başlayan kaşına doğru bakarken, elimde ki bıçağı onun boğazına dayadım.
"Ya bir saat içinde şehri terk edersin ya da yarıda kalmış ölümüne bugün ebedi bir giriş yaparsın. Seçim senin. Ben intikam uğruna hapsi boylarım. İnan...dünyada ki her bir pisliği ortadan kaldırmak sevapken, öbür dünyadan korkum da kalmıyor."

Hayal kırıklığı ile beraber yere çöktü.
"İşte bu yüzden...İşte bu yüzden gelemedim. Bu yüzden gelmek istemedim. Sen böylesin çünkü Firuze! Gururun kendinden önce gidiyor her şeye. Bana ölen hasretinin acısından öldürmek istemeyecektin. Tam tersi, sırf gururunu ayaklar altına aldım, seni bıraktım diye öldürmek istiyorsun beni. Kin ve nefret dolusun. İşin, gururun, öfken, kibirin daha önde senin için...
Tamam, öldür. Ama en azından açıklama izin ver. Hatta sana söz veriyorum ben direkt intihar süsü vereyim."
Büyük bir kahkaha attım. "Evet biliyorum, sen intihar süsü vermekte duayen olmuşsun."
O hâlâ bir şeyler kekelerken ben, tüm dükkanı onun başına yıkıyordum.
"Git, defol, defol Özgür !"
Ben göğüsüne sertçe vurdukça, o kendini açıklayamamanın verdiği hiddet ile beraber yanıp tutuşuyordu.
"Sana yemin ederim siktir olup gideceğim. Sadece senden tek bir şey rica ediyorum. Sadece beni dinle. Beni istemediğin anda bir günü geç bir dakika bile karşına çıkmayacağım. Direkt ülkeden gideceğim. Bir daha yüzümü görmeyeceğine yemin içiyorum. Sadece dinle..."
Onun iğrenç sesi kulaklarıma geçtikçe daha da hiddetleniyor, daha da tiksiniyordum.
"Firuze...yıllar sonra döndüm. Tek bir şansı hak etmeyecek kadar mazimiz yok mu?"
"Senin o mazi diye adlandırıp, ağzına fahişe yaptığın geçmiş, benim sonumu getirdi. Hâlâ neyin kumarını oynuyorsunuz ?"

KİLİTLİ KAPILAR AÇILSAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin