11. Bölüm

84 15 0
                                    


Şehirde herkes çok daha hızlı hareket ediyor ve bu Jimin'in oraya varalı haftalar olsa bile hala sanki uçaktaymış gibi hissetmesine neden oluyordu. Üniversite ilklerden ve sonlardan oluşan bir hortum gibiydi ve Jimin'i ayakta tutan tek şey Taehyung'la olan telefon konuşmalarıydı. Eğer oda arkadaşı odalarındaki ortak telefonu meşgul tutmasaydı çok iyi olurdu aslında. Jimin şikayet etmemeliydi, gerçekten. Ortak salonda da bir telefon vardı ancak hattı müsait bulmakla uğraşmak istemiyordu.

Gerçekten sinirlenmeye hakkı yoktu çünkü teknik olarak bu telefon onun oda arkadaşına aitti, annesinin evinden getirdiği bariz belli olan, kablolu pembe bir çevirmeli telefon. Telefon onundu o yüzden Jimin bu kadar sabırsız olmamalıydı ancak oda arkadaşı ona telefonu paylaşabileceklerini söylemişti.

Jeongguk'un savunmasına göre, normalde bu saatlerde çoktan çıkmış olurdu, yani: bu saatte, akşam altıda, Jimin'in genelde Taehyung'u aradığına ve onların konuştuğuna dair hiçbir fikri yoktu. Jeongguk genelde saatlerce geri dönmemiş olurdu, o yüzden Jimin kapıda anahtar sesini duyana kadar telefonu kapatmazdı. O yüzden Jimin bekledi. Beklediğini bariz belli etmemişti, o kadar kaba değildi. O yüzden sadece omuzları çökmüş bir şekilde masasına oturup önündeki ders notlarından bir anlam çıkarmaya çalışıyordu.

"Tamam," dedi Jeongguk kim bilir kaçıncı kez. "Mükemmel... tamam... evet... bak ama kapatmam lazım, seni daha sonra arasam olur mu? süper... hayır... büyükanne lütfen... tamam, görüşürüz, seni seviyorum."

Bağlantının kopuş sesi Jimin'in kulaklarına müzik gibi gelmişti.

"Kusura bakma," dedi Jeongguk ve Jimin sorun olmadığını söylemek için arkasını döndü. Jeongguk ceketini aldı. "Tamam. Ben kaçtım."

"Her gece nereye gidiyorsun?" diye sordu Jimin, biraz sohbet etmek istemişti telefonla ilgili kendini daha az kötü hissedebilmek için.

"Ah, sana ne."

"Bana ne?"

"Kendi işine bak."

Jeongguk Jimin'in yüzündeki dehşete düşmüş ifadeye güldü ve hafifçe omzuna vurdu sadece şaka yaptığını açık etmek ister gibi. Ama hala sorduğu soruya bir cevap vermemişti ve odayı basit bir "Görüşürüz!" ile terk etti.

Telefon çaldı. Ve çaldı. Ve çaldı. Sonra sesli mesaja düştü.

Jimin telefonu kapattı bir mesaj bırakmaya tenezzül etmeden çünkü sesindeki hayal kırıklığını fark etmek çok kolay olacak ve bu sadece Taehyung'un kendini kötü hissetmesine neden olacaktı.

Jimin sessizce oturdu ve telefonu kapattıktan yalnızca beş dakika sonra telefon tekrar çalmaya başladı ve Jimin alel acele cevap verdi.

"Taehyung?"

Taehyung rahatlarcasına verilen bir nefesle cevap verdi. Jimin onun sesindeki gülümsemeyi duyabiliyordu. "Sana yetişemedim sandım."

Jimin de rahat bir nefes verdi dizlerinin üzerine çöker ve telefonu kucağına alarak bağdaş kurup sırtını duvara yaslarken. "Beni özlediğini düşünmüştüm."

"Özlediğimi mi düşündün? Çok ilginç çünkü özlüyorum. Çok, çok fazla," Jimin gülümsedi. "Bugün okul nasıldı?" (Ç/N: Jimin ve Taehyung burada kendi aralarında "miss" ile kelime oyunu yapıyorlar çünkü ingilizcede "miss" hem bir şeyleri kaçırmak hem de özlemek anlamına geliyor.)

"Her zamanki gibi. Kafa karıştırıcı bir zaman israfı... Neden felsefe dersi almak zorunda olduğumu bile bilmiyorum."

"Bir gün romanlarına karmaşık yaşam teorilerini katabilmen için. Sence bir yabancı gerçekten bir yabancıyı mı yansıtır? Hayır, o aslında hikayeye karışmaya çalışan Descartes'tır."

mudlands & yellow acacia | VMIN (Çeviri)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin