3.3

1.4K 142 51
                                    




Salak olduğunu düşünebilirdiniz ancak Jongseong, zilin çalmasıyla beraber bileğine sarılan soğuk parmaklardan kendini kurtaramamış, ak tenli oğlanın onu yangın merdivenine açılan beyaz kapıya sürüklemesine izin vermişti.

Jongseong, güçsüz olduğunu düşünmüyordu. Hayır, güçsüz olmadığını biliyordu. İstese bileğini oğlanın tutuşundan kurtarabileceğini, ona sırtını dönüp çekip gidebileceğini biliyordu. Jongseong bunları yapabilecek kapasiteye sahipti, ancak, mentaliteye sahip değildi. Belki de yaklaşık üç senedir Sunghoon'un ona bunu yapmasına izin veriyor olmasından gelen alışılmışlık hissiyatıydı bunun sebebi veya sadece oğlan, diğerinin ona bir sebep vermesini istiyordu; canını yakıyor olsa da hala yanında durmasına neden olabilecek bir sebep.

O yüzden Jongseong bekledi. Sunghoon'un arkalarından beyaz kapıyı örtüşünü, uzanıp merdiven boşluğunda kimsenin olup olmadığını kontrol edişini izledi. Buna izin veriyordu çünkü Jongseong bunu istiyordu. Sunghoon'u yanında istiyordu.

''Jongseong,'' diye söze başladı sonunda etrafta kimseciklerin olmadığına karar veren Sunghoon. Jongseong, sırtını soğuk duvara yaslamış oğlanın dudaklarını tekrardan aralamasını, sözüne devam etmesini bekliyordu. Burası hep soğuk olurdu.

''Düzelteceğim, tamam mı?''

Kahve saçlı oğlan diğerinin hiçbir şeyi düzeltemeyeceğini, düzeltmek istemediğini biliyordu. O yüzden cevap vermedi, dudaklarını daha sıkı bastırdı birbirlerine ve sessizliğini sürdürdü. Sunghoon'un devam etmesini istiyordu. Umdu ki diğer oğlan bakışlarından bunu anlayabilecekti.

Sunghoon'un okul üniforması ona uymayan bir şekilde dağınık görünüyordu göze, beyaz gömleğinin yaka kısmı buruşmuş, altın sarısı çizgili siyah kravatı düzgün bağlanmamıştı. Jongseong'un içinden uzanıp oğlanın üzerine çeki düzen verme, kravatını açıp tekrardan, bu sefer doğru şekilde bağlama isteği geldi ancak duvara yaslanmaya devam etti. Ellerini yavaşça ceplerinden çıkarıp derin bir nefes aldı.

''Kızgınsın biliyorum ama beni anlamak zorundasın Jongseong--''

Jongseong, on dakika önce buraya sürüklendiğinden beri ilk defa araladı dudaklarını, ''Neden?'', bakışları sinirli değildi ancak sesindeki tınıdan hissettiği kin duyulabiliyordu. Sunghoon sanki canı yanmış gibi yüzünü ekşitti. ''Neden seni anlamak zorundayım?'' Jongseong kollarını göğsünün önünde birbirine sardı.

''Çünkü--''

Sunghoon başladığı sözüne devam edemedi çünkü Jongseong'un başka planları vardı, tekrardan böldü karşısındaki oğlanın lafını: ''Çünkü ne? 'Çünkü ben bencil bir orospu çocuğuyum ve Jaeyun'u oyunuma alet etmek istedim' mi? Hayır dur- 'Çünkü daha önce asla sahip olmak istediğim şey bana reddedilmedi' mi?'' Belki abartıyordu, belki fazlaydı tepkisi ancak Jongseong ne zaman başını çevirip Jaeyun ve Heeseung'ı beraber- aşıkken görse midesi ağzına geliyordu. Her şeyin altında yatan iğrenç planları bilmek Jongseong'un akşamları uyku uyuyamamasına neden oluyordu. ''Arkadaşım'' dediği birine bunu yapıyor olması ona kendini berbat hissettiriyordu.

''Jongseong.'' Sunghoon'un çaresiz bakışları şimdi farklı bir anlam taşıyordu.

'''Jongseong' ne Sunghoon? Haksız mıyım? Tüm bunları sırf Sunoo seninle değil diye yapmıyor musun? Bunun için Heeseung'a--''

''Jongseong. Sınırını aşıyorsun.''

Sunghoon'un bakışlarındaki yeni anlamın ne olduğunu biliyordu Jongseong. Öfke. Sunghoon öfkeliydi, Jongseong'un ağzından çıkanlar diğerinin hoşuna gitmiyordu çünkü Sunghoon alışık değildi azarlanmaya, yaptığı hataların yüzüne vurulmasına.

''Sınırımı aşıyorum? Öyle mi?'' Jongseong inanamadığını vurgulayan bir kahkahayla sordu, yaslandığı duvardan ayrılmış karşısındaki siyah saçlı oğlana doğru bir adım atmıştı. ''Peki sen ne yapıyorsun Sunghoon? İki sene önce benimle uğraşan zengin züppelerden farkın kaldı mı? Söylesene.''

İlk başta bütün bunlara yol açan kapıyı aralayan oydu belki, evet, izinsiz Jaeyun'ın saklaması için ona verdiği yedek anahtarı kullanıp içeri girme fikri onun başının altından çıkmıştı. Ancak Jongseong asla ama asla olayların bu raddeye gelmesini istememişti. Mutfak tezgahında buldukları haciz belgelerinin en başından beri Jaeyun'dan hoşlanmayan Sunghoon'a şantaj malzemesi olacağını bilseydi, asla önermezdi içeri girip onu korkutmak için Jaeyun'ın dolabında saklanmayı.

Jongseong'un dedikleri hoşuna gitmemiş olmalı ki Sunghoon sinirle bakışlarını yana kaçırmıştı: ''Bu aynı şey değil Jay...'' İşte. Buradaydı. Jay.

''Aynı şey olduğunu biliyorsun.''

''Değil.''

''Öyle.''

Sunghoon sinirle ileri atılmış ve Jongseong'u omuzlarından kavrayıp arkasındaki duvara bastırmıştı. Beklemediği ani hareketle soğuk duvara kafasını çarpan Jongseong acıyla gözlerini kısmış ve tıslamıştı. Sunghoon'un nefesini yanağında hissebiliyordu. Oğlan hızla nefes alıp veriyordu. Öfkesinin başka bir işareti daha.

''Jongseong. Kes şunu.'' Sunghoon uyardı.

''Durmanı istiyorum.'' Jongseong sonunda kıstığı gözlerini aralarken mırıldandı. Birkaç saniye önce duvara itilmesiyle dengesini sağlamak için soğuk yüzeye yasladığı ellerini kaldırıp Sunghoon'un göğsüne yerleştirdi, oğlanı geriye doğru itelese de Sunghoon yerinden oynamadı.

Sunghoon ona bakmayı sürdürdü, ne tamam ne de hayır dedi. Jongseong tekrardan sinirlenmeye başladığını hissediyordu ki sonunda karşısındaki oğlan konuştu.

''Seninle kavga etmeyi sevmiyorum... Doğru hissettirmiyor.''

Sunghoon, itiraf ettiğinde Jongseong'un içinden gülmek geldi. 'Kavga etmek istemiyorum'muş. Her kavgalarının sebebi sanki kendisi değilmiş gibi konuşuyordu. Başta buraya gelme sebebinden daha önce hiç bu kadar kopuk hissetmemişti Jongseong, ne zaman yangın merdivenine gelseler Jongseong'un canı yanıyordu. Fiziksel veya duygusal.

''Etme o zaman...'' Jongseong dişleri arasından sinirle tısladığında Sunghoon'un gözlerine geri bakan irisleri aşağıya, kahve saçlı oğlanın dişlenmekten kızarmış dudaklarına kaymıştı. ''Tüm bu saçmalığa son ver ve kavga etmeyelim...''

Sanki Sunghoon ona 'Bunu yapamam' diyen gözlerle bakıyordu, Jongseong ne derse desin karşısındaki oğlanı yolunda şaşıramayacağını zaten çoktan biliyordu. Ancak yine de denemeye çalışmaktan bıkmıyor, usanmıyordu.

Şimdi merdiven boşluğunu rahatsız edici bir sessizlik doldurmuştu, ne Jongseong konuşuyordu ne Sunghoon. İki oğlan sadece derin nefeslerle birbirlerini izliyordu. Jongseong'un hâlâ içinde sakladığı söylemek için alev alev tutuştuğu binlerce şey vardı fakat doğru zamanın şu an olmadığını biliyordu, hiçbir zaman 'doğru zaman' olmayacaktı. Sunghoon'la imkansızdı.

Sonra tekrardan oldu. Bir şekilde Jongseong parmak uçlarına kalktı ve uzanıp Sunghoon'un yumuşak dudaklarına bastırdı kendi kuru dudaklarını. Şimdi tekrardan geri dönmüştüler o geceye, Sunghoon'un Sunoo'dan ayrıldıktan sonra Jongseong'un yurduna gittiği geceye. Tek fark, şimdi ilk öpen Jongseong olmuştu ve Sunghoon o zaman olduğu gibi sarhoş değildi.

Kollarını yavaşça Sunghoon'un boynuna dolarken oğlanın beline sarıldığını hissetti. Aman aman bir öpücük değildi, dudakları neredeyse hiç hareket etmiyordu ancak yine de bu bir öpücüktü. Jongseong'un her şeye rağmen Sunghoon'u bir kez daha affettiğinin sözcüsü.

omuz | heejakeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin