Zilin çalmasıyla Jaeyun derin bir nefes aldı. Başını çevirip yan sırada uyuklayan Heeseung'a baktı, oğlan huzurlu ve rahat gözüküyordu. Jungwon ona ne söylemek istiyordu? Hayır- daha doğrusu ona ne söylemesi gerekiyordu? Heeseung'la alakalı söyleyecek neyi olabilirdi ki? Jaeyun eğilip sevgilisinin dudaklarına ufak bir öpücük kondurdu.Jaeyun, diğer oğlanın niye onunla mesaj üzerinden konuşmayı reddettiğini bir türlü anlayamıyordu. İlla kalkıp zahmete girmesi mi gerekiyordu yani?
Kahve saçlı oğlan her ne kadar en üst kata çıkmak istemese de yavaşça oturduğu sandalyeden kalktı ve sınıfın kapısına adımladı, daha heyecanlı olması mı gerekirdi? Jungwon ona şüpheli mesajlar atmış ve erkek arkadaşıyla ilgili öğrenmesi gereken bir şey olduğunu söylemişti ancak Jaeyun yine de endişelenmiyordu. Belki de Heeseung'a duyduğu güven olması gerekenden daha fazlaydı ki istese de endişelenemiyordu.
Jaeyun, çoktan erkek arkadaşı hakkında bilmesi gereken her şeyi bildiğini düşünüyordu. Hatta sevgilisiyle ilgili bilmesinin önemi olmayan şeyleri bile biliyordu, Jaeyun. Mesela; tüm ortaokul hayatı boyunca futbol oynamış olması, annesiyle geçirdiği yılbaşlarını daha çok sevmesi ve sınavlara müzikle çalışmayı tercih ediyor olması gibi.
Heeseung ile tanışmaları üzerinden fazla zaman geçmemiş olsa da Jaeyun sanki onu senelerdir tanışıyormuş gibi hissediyordu. Diğer oğlanla sahip oldukları bağın güzelliği bazen midesinde kelebeklerin uçuşmasına neden oluyordu. Jaeyun, Heeseung'ı gerçekten de çok seviyordu.
Bu yüzden, üç set merdiven tırmandığında ve sonunda çürümeye bırakılmış okulun eski arşiv odasına açılan kapının önüne vardığında Jaeyun'ın zihninde bir şüphe bile yoktu. Jungwon'ın söyleyeceği her ne ise, büyük ihtimalle Jaeyun'ın ne yaparsa yapsın anlamlandıramadığı paranoyasının bir ürünü olacaktı.
Jaeyun derin bir nefesle uzanıp kapının soğuk tokmağını çevirmiş ve içeri adımlamıştı. Okulun arka bahçesine bakan pencerenin önünde iki silüet onu bekliyordu. Jaeyun şaşkın bir edayla başını yana eğdi.
"Jay?" diye sorduğunda önündeki iki oğlanın ilgisi de Jaeyun'a çevrildi.
"Oh, geldin demek."
Jaeyun'ın ona yönelttiği soruyu görmezden gelmişti Jongseong, Jungwon ise geniş adımlarla Jaeyun'ın yanına varmıştı. "Jaeyun, uzatmayacağız," Jungwon, gözlerini hâlâ camın önünde duran Jongseong'a çevirdi, "Jay ve ben bunları görmen gerektiğini düşünüyoruz."
Ancak o zaman Jaeyun, Jongseong'un elindeki kırmızı telefonu fark etmişti. Jongseong'un telefonu onu en son gördüğü zaman siyah değil miydi?
"Jaeyun," içeri girdiğinden beri ağzını bıçak açmayan Jongseong derin bir sesle söze başladı. Oğlan, Jungwon'ın adımlarını takip edip yanlarına ulaştığında elindeki telefonu açmakla uğraşıyordu.
"Bunlar Sunghoon ve Heeseung'ın mesajlarından."
Sunghoon ve Heeseung? Jongseong, kırmızı telefonun ekranını Jaeyun'a doğru çevirdiğinde ilk başta kahve saçlı oğlan neye baktığını anlayamadı. Eski arşiv odası karanlıktı ve tek ışık kaynağı odanın en ucundaki o pencereydi, Jongseong'un telefonunun ekran ışığı ise sonuna kadar açıktı. Jaeyun, retinalarının yandığını hissedebiliyordu ama alışana kadar gözlerini kısıp ekrana bakmaya devam etti.
Ve işte oradaydı.
Her şey oradaydı.
Jongseong, yavaşça parmağını ekranda kaydırıyor ve fotoğraflar arasında dolaşıyor, Jaeyun'a her şeyi gösteriyordu.
Jaeyun'a, Jaeyun'ı gösteriyordu.
Dizlerinin üstüne çökmüş Jaeyun'ı. Heeseung'ın vücudunun altında sıkışıp kalmış Jaeyun'ı. Yorucu bir gecenin ardından bayılmanın eşiğine kadar gelmiş Jaeyun'ı. Her bir fotoğraf, her bir videoda Jaeyun kendini görmeye devam ediyor ancak bütün bu kliplerin çekildiği anı bir türlü hatırlayamıyordu.
"Ne..?" Jaeyun'ın aralanmış dudakları arasından kaçmıştı yaşadığı şokun habercisi. Tüm bunlar da neydi böyle? Heeseung bunların hepsini ne zaman çekmişti? Ondan izinsiz nasıl böyle bir şey yapabilirdi?
"Jaeyun. Heeseung'ı, Sunghoon tuttu. Seninle oynaması, senin kalbini kırması için."
Jongseong'un dudaklarından dökülen sözler Jaeyun'ın kulaklarına ilişiyor ama bir türlü zihninde anlam kazanamıyordu. Jaeyun başını iki yana sallıyordu ancak vücuduna bu komudu verdiğini hatırlamıyordu. Yanındaki Jungwon'un elleri hızla kollarına tutunmak için harekete geçtiğinde Jaeyun gözlerindeki yaşlardan Jongseong'un hâlâ suratına tuttuğu telefonunun ekranını göremez olmuştu.
"Bu Sunghoon'un telefonu. Bende olduğundan haberi yok," Jaeyun, Jongseong'un susmasını istiyordu. Oğlanın çenesini hemen kapamasına ihtiyacı vardı. "Bunca zamandır Heeseung, Sunghoon'a beraber yaptığınız her şeyin fotoğraflarını ve videolarını yolluyordu. Sunghoon sana karşı mezuniyet gecesinde kullanabilsin, seni tüm okula rezil edebilsin diye."
"Ne?" Jaeyun inanamıyordu, inanmak istemiyordu. Duydukları, gördükleri gerçek olamazdı. Kulakları ve gözleri ona ihanet ediyor olmalıydı. Heeseung böyle bir şey yapmazdı. Jongseong ve Jungwon ona şaka yapıyordu, bunun komik olduğunu düşünüyor olmalıydılar; Jaeyun'ın tepkisini komik buluyor olmalıydılar. Jaeyun'ın göz yaşlarını, titreyen çenesi ve ellerini komik buluyor olmalıydılar.
"Jaeyun, özür dilerim. Bu kadar geç öğrenmek zorunda kaldığın için özür dilerim. Ben denedim- ama Sunghoon–"
"Bir dakika, bir dakika," Jaeyun'ı sıkıca kavramış, oğlanın ayakta durmasına yardım eden Jungwon sonunda sessizliğini bozmuştu, "Ne demek 'Ben denedim'. Sen de mi işin içindeydin?"
Jongseong sadece başını eğmekle yetindi.
"Ne? Tanrım, dalga geçiyor olmalısınız! Bana neden başta söylemedin? Hepiniz iğrençsiniz, Jaeyun'dan uzak durun!" Jungwon, hızla arkasını dönmüş ve Jaeyun'ı da peşinden sürükleyerek eski arşiv odasından çıkmıştı.
"Eve gidelim Jaeyun." Jungwon, dişleri arasından tısladı, "Hepsine hak ettiklerini sonra vereceğim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
omuz | heejake
Short Storylee heeseung, sim jake'in başına belaydı. [heejake, boyxboy.]