Artık daha cesaretli olan kabile üyeleri birisinin onayını beklemeden geniş ağızlı mağaraların içine girip çıkıyorlar ve yeni dar ağızlı mağara oyukları arıyorlardı. Giriş ne kadar küçükse o kadar iyiydi. Şayet o dönemde mağarada yaşayan insanlarda, günler ve geceler boyunca hayatı zindan eden yırtıcı hayvanların korkusu vardı.
Naddik yine Zuzkak ile birlikte günün ilk ışıklarıyla gezinmeye başlamıştı. Her şey oldukça sakin ve monoton bir şekilde süregeliyordu. Ta ki kılıç dişli bir kaplan onların da olduğu açık alana girene kadar. Kabileden iki kişi çoktan kalkmıştı. Bütün hızlarıyla mağaraya geri koştular. O kadar hızlı gitmişlerdi ki onların bu hızlarının sebebini Naddik; paniğe mi kapılmışlardı, yoksa yarığa giden kayalığı tırmanamayacakları kadar onlara yaklaşmış mıydı mıydı, bilmiyordu.
Diğer herkes de aynı şekilde kaldıkları geniş ağızlı mağaraya tüm hızlarıyla girdiler. Oradan da yeni keşfettikleri küçük oyuktan geçerek diğer çıkışa ulaştılar. Bu oyuk Kılıç dişin geçemeyeceği kadar dardı, bu yüzden herhangi bir av yakalayamadan dönmek bu vahşi hayvanı kızdırmıştı, ardından mağaranın geniş ağızlı bölmesinden dışarı çıktı. Belli ki gece de avda başarılı olamamış, kahvaltısını bu kabileden çıkarmayı ummuştu.
Lakin Kron oyuktan henüz geçmemişti, bunu gören kılıç diş, ona doğru hamle yaptı. Kron bu durum karşısında eğlenirken kendisine doğru gelen kılış dişten kaçarak aradaki geçitten ilk mağaraya geçti. Kaplan daha da kızmış halde, homurdanarak tekrar olduğu yerde kaldı. O sırada Kabile arasında da müthiş bir ses yükseldi.
Herkes en alttan en üstlere kadar koca kayalıktaki yarıklara, dışarıdaki kaya çıkıntılarına doluştu. Hepsi bir türlü ses çıkararak gevezelik ediyor, çığlıklar atıyordu. Mağarada bulunan herkes yüzlerini tuhaf şekillere sokuyor, kendi çabalarıyla hırlıyordu. Bu bir tür içgüdü gibi bir şeydi.
Herkes en az kılıç diş kadar kızgındı. Zuzkak bile diğerleriyle birlikte çığlık atıyor ve yüzünü tuhaf şekillere sokuyordu. İstediği için değil, sürü psikolojisi gibi, herkes yaptığı için yapıyordu. Bir süre o koca kılıç diş, bir o köşeye bir bu köşeye gidip gelmeye devam etti. Ama kovaladığı Kron, mağaradaki yarıktan bir o tarafa, bir bu tarafa geçip kolayca ondan kurtuluyordu. Bu arada kayalığın üstündeki erkek ve kadınlar da artık cesaretlenmiş gibi harekete geçmişti.
Kaplanı gördükleri yerde üstüne, yerde olan ya da duvarlardan söktükleri taşları atıyorlardı. Aşağı doğru hızlı hızlı fırlatmaya başladılar. Bu beklenmedik taş bombardımanı karşısında kılıç dişin dikkati kendisine taş atanlara kaymıştı bu sefer ve bu onun daha da öfkelenmesine neden olmuştu. Kron'u kovalamayı bırakıp diğer kabile üyelerini yakalamak üzere kayalıklara doğru sıçradı; pençeleriyle tutundukça ufalanan kayalara atılırken bir yandan da hırlıyordu.
Bu korkunç görüntü nedeniyle herkes tekrardan oyuklardan diğer küçük odacıklara girdi. Kılıç diş, tırmanıp ayağını basacak sağlam bir yer bulamamıştı, her seferinde kayıyor ve aşağı düşüyordu. Kabileden birisi yine cesaret verici bir çığlık atınca kayalığın üstü tekrardan bağıran sürüyle doldu ve taşları eskisinden daha hızlı atmaya başladılar. Kılıç diş artık öfkeden kuduruyordu. Arada sırada kayalığa saldırıyordu. Hatta bir keresinde en alttaki mağara sırasının girişindeki yarığa kadar ulaştı ama içeri giremeden aşağı düştü.
Yukarı doğru her hamlesinde herkes ister istemez korkuyordu. O anda ilkin çoğu içeri geri kaçıyordu ama bazıları onu taş yağmuruna tutmak üzere dışarıda kalıyordu. Kısa bir süre sonra diğerlerinden cesaret alanlar da dışarıya çıkmış ve yaylım ateşi gibi taş atmaya devam etmişlerdi. Her şeyine bahse varım ki böylesine egemen bir yaratık asla bu kadar büyük bir şaşkınlığa uğramamıştı. Şu küçücük ve zayıf canlıların kendisini zekasıyla alt etmesi, gururunu feci kırmıştı. Yerde durdu ve hırlayarak, kuyruğunu sinirle sallayarak, tepesindekileri izledi. Yenilmişti, bunu biliyordu. Bu yüzden daha fazla hasar almamak adına taş yağmuru altında yürüyerek uzaklaştı.
Onun bu görüntüsü herkesi güldürmüştü. Mağarada bulunan herkes onunla alay edercesine, büyük bir yaygarayla güldü. Hayvanlar kendilerine gülünmesinden hiç hoşlanmazdı, hele bir de bu güldüğün hayvan kediyse asla... Kılıç diş, kocaman dişlerinin köklerini bile rahatlıkla ortaya serecek şekilde dudakları gerilmiş, bütün tüyleri dikilmiş, kuyruğu kamçı gibi savrulurken ardına son bir kez daha hırlayıp ağaçların arasında gözden kayboldu.
Sonrasında herkes birbirlerine sevinç gösterisi yapıyordu. Korkunun egemenliğinde yaşamalarına karşın bu onların ilk direnişiydi. Öğrenmişlerdi. Kendilerini savunmayı, kaçmamayı... Öyle ki kılıç dişe yaptıkları muameleyi, mağaralarını istila eden diğer hayvanlara da yapmaya başlamışlardı.
Artık arazilerine ya da mağaralarına giren bütün hayvanlara hayatı zindan ederek kendilerini korumaya başlamışlardı. Yırtıcılar da bu duruma alışmış gibi onların alanını onlara bırakmayı öğrenmişlerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mağara Adamı {Ara Verildi}
Ficción históricaMilattan Önce 350 bin... Bu bir Mağara Adamı hikayesidir. (BxB) #1 tarihöncesi #3 Tarihikurgu