Naddik, örme sepetini alıp çevreden kurutabileceği şeyleri topladı ardından suyun kenarına gidip biraz dinlenmek amacıyla oturdu. Biraz su içip serinlemek isteyeceği sırada olanları düşündü.
Boyu, önceki ait olduğu klandan pek de farklı değil 150 civarındaydı, saçı da aynı onlar gibi gece gibi siyah, diğerleri gibi olmasa da sürekli çiğ et yemekten köpek dişleri sivri olacak şekilde gelişmişti ama onun harici kesinlikle her şeyiyle farklıydı.
Naddik, sudaki yansımasını izledi bir süre. Onlar gibi basık bir alnı, konuşurken sarkan bir alt dudağı ya da vücudunu tümüyle kaplayan siyah kısa tüyleri yoktu. Teni, aksine beyaz ve görünüşte de diğerlerinden farklıydı. Çirkindi... Herkes böyle düşünüyordu ama Kron bunu ona yeterince sık söylemişti.
Zayıf ve çirkin bir erkekti. Kimse onu yanında istemezdi... Naddik hüzünlü bakışlarla ağlayacağı sırada başını dik tutarak kollarını beraberinde kavuşturdu. Zaten ben de kimseyi yanımda istemiyorum diye düşündü.
Daha sonra aklına gelenlerle kavuşturduğu kolları gevşedi. Peki ya ileride birilerini bulursa... Sanki onlar Naddik'i kendi kabilesinden daha mı çok isteyeceklerdi?
Kimse zayıf ve çirkin birini yanında istemezdi. Naddik, belki de bu mağarada yaşamanın daha iyi olacağını düşündü... Belki de daha fazla yürümesine gerek yoktu.
Depresif bir tavırla oturduğu kenardan tekrardan doğruldu ve indirdiği sepetini kucağına alarak frenküzümlerinin olduğu yere gitti. Onları kış için kurutabilirdi.
Ayçiçeği tohumları bile olurdu, tabii kuşlar ondan önce davranmazsa. Bunlardan evvel yapması gereken daha pek çok şey vardı. Yeşilleri, likenleri, mantar ve köklerini de kurutmalıydı.
Bir de kuruttuklarını saklayacak sıkı kaplara ihtiyacı vardı. O an gözü huş ağaçlarına takıldı. Belki onlardan güzel bir kap yapabilirim diye düşündü. Tabii büyük hayvanlardan avlayabilse onların ham derilerinden de pek ala bir şeyler deneyebilirdi.
Tavşanlar ve sıçanları etini kurutmak amacıyla avlayabilirdi lakin yağsız ve pek de büyük olmayan kürkleri işine yaramazdı. Mesela bir mamut avlayabilse...
Onun etinin lezzetinin düşüyle bile ağzı sulanmıştı. Naddik başını iki yana sallayarak hayal dünyasından kurtuldu, topladıklarını mağaraya götürdü ve ayrıyeten kuruyup düşmüş ya da nehrin taşıdığı odun ve dalları da mağarasına taşıyıp kendine mızrak yapmaya başlamıştı.
Kış geldiğinde ise geceleri üstüne örtecek kürk lazımdı. Şimdi kabilesinde olsa, oradakilerle sıkış tepiş birbirine girer öylece uyur, soğuğu bile hissetmezlerdi.
Ama şimdi sadece kendisi vardı. Hal böyle iken kışları donmaktan korunmak için büyükçe kürke ihtiyacı vardı. Bunun için de büyük hayvanları avlamaya... Kürk yanında ete de ihtiyacı vardı.
Naddik, bunca işle tek başına boğuşurken olduğu yerde dizlerinin üstüne çöktü. İçinden bir şeyler kopuyordu sanki. Şuan yanında birisinin olmasını isterdi. Kim olursa... Kron'u bile görmekten mutlu olurdu.
Tekrardan arkadaşlarının yanında olma şansı olsa karşılığında her şeyi yapardı. Naddik, başını ellerinin arasına gömüp hıçkıra hıçkıra ağladı. Gözlerinden akan yaşla başını iki yana salladı. Buraya yuva dediğine göre Naddik, yalnızlığı kabul etmek zorundaydı. Kışın ne kadar sert geçeceğini bilmediği bir yerde, tek başına hayatta kalma mücadelesi onu zihinsel ve duygusal olarak yıpratıyordu lakin ağlamak az da olsa onun üstündeki bu gerginliği alıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mağara Adamı {Ara Verildi}
Narrativa StoricaMilattan Önce 350 bin... Bu bir Mağara Adamı hikayesidir. (BxB) #1 tarihöncesi #3 Tarihikurgu