• •
"siz varya, kahpesiniz oğlum!"
'araba doldu' bahanesiyle beni resmen mauro'ya mahkum bırakmışlardı. "senin iyiliğin için hayatım."
"sizinle bir daha hiçbir yere gelmem. köpekler." dedim öfkeyle. sırf yalnız kalmamız için bu akşam ellerinden ne geldiyse yapmışlardı.
kızgın olduğumdan onlar dışında herkesle vedalaştım. "görüşürüz yakışıklı." dedim romeo'ya. çok tatlı bir bebekti.
katherine bana sıkıca sarıldı ve mutlaka onların evine gelmemi söyledi. başımı sallayarak onu onayladım ve aynı şeyi ondan da istedim.
dışarı çıktığımda taksi bulamayacağımı anlamam uzun sürmedi. elbette mauro'nun arabasına hemen atlamayacaktım, bu akşam ona da fena sinir olmuştum.
"bekleyecek misin böyle?" arkamdan gelen sesle birlikte başımı çevirdim. "işime karışma."
"hayatımda senden daha inatçı kimse görmedim, yemin edebilirim."
bir şey dememeyi tercih ederek gelen taksiye elimi kaldırdım ancak dolu olduğundan durmadı.
"alina... hadi ama. cidden, bu saatte seni böyle bırakacağımı mı sanıyorsun?"
"off," dedim sıkıntıyla. "tamam, tamam. geleceğim seninle."
benim için kapımı açtı ve bindikten sonra da kapattı. sürücü koltuğuna yerleştiğinde ilk yaptığı şey klimayı açmak olmuştu.
emniyet kemerimi takıp önüme dönmeden önce elimdeki çantayı arkaya bıraktım. soğuk hava beni rahatlatınca da kafamı geriye yaslamıştım.
"bana uygulamadan konumunu açar mısın?"
evimin konumunu girip onayladım. "tesislere epey yakınsın."
"evet, evi ona göre almıştım." dedim gururla. sanırım hayatım boyunca yaptığım en iyi seçimdi.
sıfır sohbet ile evimin önüne 20 dakikalık bir süreden sonra vardık. kemerimi çözdüm ve arabadan inerken ona teşekkür edip iyi geceler diledim.
"her zaman, iyi geceler."
birbirimize gülümsedik. içeri girdiğimden emin olana kadar beni izledi galiba, araba ilerlememişti.
anahtarı delikten çıkartıp kapının çaprazında duran ayakkabılıktaki yerine bıraktım. çantamı da asmak için elimi attım ancak çantam yoktu.
"hay..."
arabada kalmış olmalıydı. avuç içimle alnıma vurdum ve homurdandım. "nasıl alacağım şimdi ben onu?"
bende ne telefon numarası, ne de bir şeyi vardı. aşağı inmeyi düşündüm ama çoktan gitmiştir düşüncesiyle bundan vazgeçtim.
tam 'ne yapabilirim?' diye kafayı yerken zilim çaldı. hemen kameradan kim olduğuna baktım, mauro'ydu.
bina kapısını açtım ve sonra da kendi kapımı açtım. pervaza yaslanıp onu beklerken asansörden inen mauro önce soluna baktı, beni göremeyince de hemen sağa dönmüştü.
"çantanı unutmuşsun."
"teşekkür ederim, seni uğraştırdığım için de özür dilerim."
başını iki yana sallayarak önemli olmadığını belirtti. "mauro," dedim anlık bir kararla. "istersen bir bardak kahve ısmarlayayım."
"olur." dedi birkaç saniye düşündükten sonra. şaşırmıştı sanırım, ben de şaşkındım çünkü.
kenara çekilip girmesine izin verdim. koridoru bitirdiğinde nereye gitmesi gerektiğini bilmeyen çocuklar gibi etrafa bakınmıştı.
"sağdan."
o salona geçti, ben de mutfakta kahveleri yapmaya koyuldum. bunu yapmam doğru muydu emin değildim ama içimden bir ses "boş ver gitsin" diyordu. içimdeki o ses bana daha neler yaptıracaktı bilmiyordum.
o şekerli sevmezdi, kendime 1 şeker atıp kupaları tepsiye koydum. tepsiyi taşımaya başlamadan önce de saçlarımı gelişigüzel topuz yapmıştım.
"teşekkürler." diye mırıldandı ona ayırdığım kupayı alırken. "afiyet olsun."
"ben yokken neler yaptın?"
"hiçbir şey." dedim omuzlarımı silkerek. "sahi mi? hiç erkek girmedi mi hayatına?"
onu unutmak için kaç erkekle birlikte olmuştum bir bilseydi...
"ciddi olmadı," diye mırıldandım. "olamadı desek daha mantıklı." sırıtmamak için zor duran ifadesini çok iyi biliyordum, şu anda da o vardı suratında.
"senin girdi mi hayatına biri peki?"
"ı ıhm." gözlerimi devirdim ve kahvemden büyük bir yudum aldım. "hiç inandırıcı değil."
"sen gittikten sonra o kulübe sadece bir kez gittim," dedi gözlerime bakarken. "ama yine oradaki hiçbir kadın ilgimi çekmedi çünkü hiçbiri sen değildin."
"bunları konuşmanın bir anlamı yok artık." diyerek yutkundum ve kupamı sehpaya bıraktım. o da aynısını yaptı.
"ne konuşmalıyız peki? sana göre hiçbir şeyin anlamı yok, alina. paris'teki herkesle vedalaştın ama benimle vedalaşmadın."
"beni arabadan indirdin söylediğimde."
"çünkü kızmıştım."
"ben de kızmıştım." dedim bana yaklaşmasını görmezden gelmeye çalışırken. dudakları yavaşça aralandı ve o an beni öpeceğini anladım.
beynim çekilmemi resmen emrediyor, bağırıyordu ama vücudumun umrunda değildi. hiçbir şey yapmadım.
yaklaşık 3 yıl sonra dudakları benim dudaklarıma değdi ve ben rüyada gibiydim. yumuşak dudakları benimkilerle eskisi gibi o mükemmel uyumu sağladığında gülümsediğini hissettim.
sanki birbirimizin her hareketini ezbere biliyorduk, ne yapacağımızı önceden tahmin ediyorduk.
yavaşça geri çekildi ancak çok uzaklaşmadı. "bunu söylemek zor ama..." diye fısıldadı. "seni özledim. saatlerce karşımda dururken sana dokunamamak işkence gibi."
sadece iki kelime bütün vücudumu titretti.
sadece. iki. basit. kelime.
gömleğinin yakalarında dolaşan parmaklarım onun daha da sabırsızlanmasına sebep olmuştu ki beni kucağına çekti.
kalçalarımda hissettiğim elleri dolaşa dolaşa yukarı çıktı ve belimde durdu. "saçların çok hoşuma gitti."
gülümsedim. "bir anlığına kızıl olasım geldi."
"sarışın hâlini daha çok seviyordum ama." derken ki yoğun bakışlarında eriyip gidiyordum. büyülenmiş gibiydim ve keşke hiç bozulmasa diyordum.
ondan hâlâ nefret ediyordum ama deli gibi istiyordum da. bana yaşattıkları, hissettirdikleri garip bir hâl almıştı.
"sana neler yapabileceğimi tahmin edebiliyor musun?" diye sordu fazlasıyla çekici bir ses tonunda.
"göstermek ister misin?"
"kesinlikle."
———
cikmiyolar da barismadilar da ama boyle bisi oldu yani anlamadim ki
neyse gunaydin kizlarimmm 💋💋
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the hills | icardi
Fanfictioni only love it when you touch me, not feel me ≠ mauro emanuel icardi rivero fanfiction.