14.Bölüm: BAĞ

25 67 7
                                        

30 Eylül, 2013

Evren üzerindeki her şeyin var olmak için aynı zamanda onu yok eden bir şeye muhtaç olduğuna inanırdım. Karanlık, aydınlık olmadan, sessizlik gürültü olmadan var olamazdı ama aynı zamanda birbirlerini de yok edebilecek tek güç yine onlardı.

Var oluşun yıkım getiren acılarının ruhuma en derin darbeleri vurduğu on yedinci yaşımın sıradan bir günüydü. Her şeyin sıradanlaştığı hayatım umutsuzluğun parmaklarından asılan iplere bağlı bir kukla gibiydi. Kasvetin ve umutsuzluğun yön verdiği şekilde hareket ediyor, ona göre davranıyordu.

Fakat bir gün kuklanın ipleri koptu.

Umutsuzluk ve kasvetin parmaklarından ayrılıp umuda ve huzura düştüğünü sandığım o tahta kukla büyük bir kumarın ortasına düşmüş, anlamsızca çevresinde olanları inceliyordu. Bir başkasının geçmişini yaşamış ve kendi geçmişi bile olmayan bir kukla kendi geleceğini yaratabilir miydi?

Hayatım boyunca yaşadığım geçmişi bir kenara koyup kendime bir gelecek yaratmak için çabalarken bir kenara öylece bıraktığım geçmiş her defasında ayağa kalkıp geleceğin en can alıcı noktasında karşıma dikiliyordu. Bir çiftliğin ortasındaydım, yağmur yağmış olacak ki yerler oldukça ıslaktı ve gökyüzündeki bulutlar olabileceği en koyu renge bürünmüştü. Kasvet, çiftliği tümüyle esir almıştı. Hemen ileride, ıslanmış buğday başaklarının kenarında döküntü bir çiftlik evi duruyordu. Kavlamış duvarlarının ardında ne gibi yaşamlar olabileceğini düşünmeden edemedim. Fakat boş vermişlik hissi beni bundan alıkoydu. Evin biraz ilerisinde sararmış yaprakları yağmur damlalarıyla tamamen ıslanmış bir söğüt ağacı duruyordu. Hafifçe esen rüzgâr hâlâ beraberinde getirdiği yağmur damlalarını yüzüme vuruyor, söğüt ağacının dallarına güçsüzce tutunan sararmış yapraklarını etrafa savuruyordu. Soğuğu hissetmeye başlamıştım.

"Asla kurtulamayacaksın." Dedi bir anda bir ses. Sesin sahibinin kim olduğunu biliyordum o yüzden dönüp sesin geldiği yöne bile bakmadım ve öylece çiftlik evini izlemeye devam ettim. Üzerimde boş vermişliğin ağır ruh hali vardı hatta o kadar ağırdı ki öylesine silktiğim omuzlarımda hissettiğim yük şimdiye kadar kaldırdığım en ağır yüklerden biriydi. O, benim geçmişimdi. "Bir ailen bile yok." Buruk bir şekilde gülümsediğinde ona sarılmak istedim, on beş yaşındaki halime sarılmak ve her şeyin bir gün geçeceğini söylemek istedim. Fakat yirmi yaşındaki hâlim bunun boş bir çaba olacağını rahatlıkla söyleyebilirdi. Haklıydı, geçmişi değiştirmenin, geçmişte açılan bir yaranın kapatılmasının bir yolu yoktu. Çünkü geçmiş, açılan her yara için başka bir maske örüyordu.

Geçmiş yalanlardan oluşmamıştı, geçmiş yalandı.

Yaşanmışlıklar ve acılarla dolu olan mezarları olan dünyada bu yalandan da ötesi olmaz mıydı? Susup ifadesiz bakışlarımla onu dinlemeye devam ettim. Bu anı hatırlıyordum, babamın başka bir ailesinin olduğunu ve beni tamamen hayatından çıkarmaya çalıştığını öğrendiğim anıydı bu.

Geçmişimde olmadığı gibi geleceğimde de bir ailem olmayacaktı.

"Bir aileye ihtiyacım yok." Dediğimde karşımda dikilen geçmiş bana alaycı bir biçimde gülümsedi. Yara bere içindeydi, dizlerinde kabukları soyulmuş yaralara asılmış kurumuş kan kalıntıları vardı. Binlerce kez düştüğü için morluklarla dolu olan bacaklarına çamur sıçramıştı. Eğilip yaralarını temizlemek istediğimde hızla geri çekildi ve dehşetle yüzüme baktı. Biliyordum, şimdiye kadar kimse yaralarını sarmaya çalışmadığı için yarasını sarabilecek en ufak güçten korkuyordu. Çünkü şimdiye kadar yarasını saracağını düşündüğü her şey onda daha da derin yaralar bırakmıştı. Ben geri çekildiğimde yüzündeki dehşet dağıldı ve gözlerimin içine biraz önce takındığı ifadesiz bakışlarla bakmaya devam etti.

LEYALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin