6. Bölüm : ENKAZ

106 91 29
                                        


Zihnin ruhta açtığı yaralar derindir.

Çocukluğumun kırık bir aynaya benzeyen yaşanmışlıklarında binlerce parçaymış gibi görünen anılar birbiri ardına seriliyor, sayfa sayfa yazdığım geçmişin defterinin üzerinde gelecek ellerinde yana kibritleri tutuyordu. Yalanlar üzerine kurulu bir yaşamın ihtişamlı uçurumunda esen rüzgâra rağmen hayatta kalmaya çalışan zavallı bir çiçeğin yanına çaresizce oturduğumu biliyordum. Ve biliyordum ki hayatım asla okuduğum romanların büyüsüne kapılmayacak, romanların yıllar geçtikçe sararıp solan yapraklarına benzeyeceğini düşündüğüm günlüğüm hiçbir zaman sararacak kadar uzun kalmayacaktı zamanda. Gözlerimi fırtınaya direnen çiçeğe çevirdim. Tek umudum o çiçeğin bir gün güçlü bir ağaca dönüşmesini beklemekti. Rüzgâr hep esiyordu. Uçurumun dibindeki denizin dalgaları sertçe kıyıya vuruyordu. Sıçrayan damlalar tekrardan denize düşüyor, zaman akmaya devam ediyordu. O çiçek bir ağaç olduğunda her şey yoluna girecek, fırtına dinecekti.

Bir gün güneşin doğup hayatımın ve zihnimin tüm karanlığını aydınlatmasını umarak yaşadım. Bir gün zihnimin ihtişamlı uçurumunun gördüğü gökyüzündeki o kasvet dağılacak, bulutlar güneşe direnemeyecekti. Fakat güneş hiç doğmadı.

"Anlamıyorsun." Diye mırıldandı, uçurumda yanıma oturan o tanıdığım ses. İlk önce yara bere içindeki bacakları görüş açıma girdiğinde ayaklarında üzerine çamurun ve küllerin bulaştığı siyah botlarını gördüm. O benim gerçek benliğimdi. Ayaklarımızı uçurumdan sarkıtmış, öylece dalgalanan ufuk çizgisine ve büyük bir yağmurun geldiğini gösteren kara bulutlara baktık bir süre. Ardından bakışlarımı ona çevirdiğimde kısa saçlarının rüzgârın etkisiyle kapattığı yüzüne baktım.

"Şimdi anlıyorum." Dediğimde başını iki yana salladı. Siyah hırkasının kollarını çekiştirdiğinde gözlerinden süzülen yaşları gördüm.

"Hiçbir zaman anlamadın." Kaşlarımı çattığımda bu konuşmanın zihnimde bir kapıyı araladığını ve adımlarımın o kapıya doğru ilerlediğini hissettim. Zeminin soğukluğunu, o odanın soğukluğunu ayaklarımın altında hissediyordum. Karanlık odaya kapının aralığından giren ışığa yürüyordum.

Kapıyı açtım ve içeriye girdim. Evimizin salonundaydım. Önümde hıçkırarak ağlayan ben ve babam vardı. Görünmezdim ve sadece onları izliyordum. Kendi anılarıma dışarıdan bakan göz olmuştum. İçerisi soğuktu fakat nedeni mevsimler değildi.

Babamın ruhunun soğukluğuydu.

"Anlamıyorsun baba!" Diye bağırdı geçmişimdeki ben. "Sen beni hiçbir zaman anlamadın!" Babam güldüğünü şimdi görüyordum. Oysa o gün gözlerimin önünü kapatan göz yaşlarımdan dolayı hiçbir şey görememiştim. Gülüşü keyiften yoksundu. "Ben sana hiçbir şey yapmadım." Dediğinde geçmişimdeki ben, kısılan sesine engel olamadı. Kırgın bakışlarını babama çevirdiğinde geçmişi yıkıp bir harabeye çevirecek olan o kelimeler döküldü dudaklarından. "Neden baba?"

"Biliyor musun?" Dediğinde bir umutla bakışlarımı ona çevirdiğimi gördüm. Belki benden özür dilemesini bekliyordum belki de sarılmasını fakat babam öylece gözlerimin içine bakmaya devam etti. "Senin hiç var olmamanı o kadar çok diledim ki."

"Sevgisiz büyüyen çocuklar kendi kafalarındaki harabenin orta yerinde kimsesizdir." Demişti lisedeki felsefe hocam. Bir harabe vardı, o harabenin ortasında kimsesizdim. Uğruna üzüleceğim bir eşyam dahi yoktu. Uğruna üzülebileceğim bir geleceğim de yoktu.

Fakat babamın yıktığı o binanın harabesinde çocukluğumu bırakmıştım.

Geçmişin bilediği pençelerini tokat gibi yüzüme çarptığı o harabede, zamanın ve geleceğin içime çöktüğü o günün tarihinde asılı kalmıştı. O anının içinden sıyrılıp arkadaki kapıdan çıkıp gitmeden hemen önce babamın koltuğa oturup sigarasını yakışını izledim. Ardından o sürekli kullandığı viski bardağına içkisini dökerken gözlerimi ondan ayırmadım. Oysa geçmişimdeki ben o kapıdan çoktan çıkmıştı. Neden zihnim beni bu anıya atmıştı bilmiyordum.

LEYALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin