9. Bölüm

1K 106 13
                                    

Bir yaradır insanın kalbinde anne. Varlığında hissedilmeyen, yokluğunda içini yakandır. Aynı zamanda koşulsuz sevmenin bir diğer adıdır da anne. Her ne olursa olsun sevendir, vazgeçmeyendir. Peki neden Meryem'in annesi onu koşulsuz sevmemişti ki? Bir kere bile aramamıştı Meryem'i Almanya'ya döndüğünden beri. Neden vazgeçmişti ondan bu kadar kolayca? Annesinin ona kızdığı zamanlarda gıllaçi (kıllı keçi) demesini bile özlemişti, Enes'in Almanca'da aptal inek demesini... ve babasını... Galiba en çok onun akıllı kızım benim diyerek saçlarını okşamasını özlemişti Meryem. Düşürdüğü göz kapaklarını tekrar kaldırdığında görüş alanını bulandıran gözyaşlarını gizlemek için yüzünü önüne düşürdü. Odasına doğru yürümek istedi fakat yürüyemedi. Paramparça ettiği geçmişinden kalan anıların parcacıkları ayaklarının altına batıyordu sanki.

Meryem'in hareketsiz bir şekilde öylece kalakalmasına bir anlam veremeyen Salih dayı sabırsızlanarak "Hadi ne durup duruyon? Hemen hazırlan da gidelim bir an önce," diye seslendiğinde Meryem yalpalayarak kendisini odasına atıp ardından kapıyı hızlıca kapattı. Tuttuğu göz yaşları odasının mahremiyetinde sessizce yanaklarından süzülürken kendini yavaşça yere bıraktı. Neden ağlıyordu ki sanki? Rüzgara takılan bir yaprak misâli dalından kopup Murat'ın peşine bile isteye sürüklenen o değil miydi? Şimdi bu göz yaşları da neyin nesiydi? Hem daha dün akşam dayısına "Ben beklemek istemiyorum." demişti. İstediği oluyordu işte sonunda. Sevdiği adamla bir yuva kuruyordu. Peki bu içindeki bu eksiklik hissi nedendi? Neden kanadı kırılmış bir kuş gibi hissediyordu kendini?

Meryem bir süre kalkamadı yerden. Sessizce akıttı ailesini terkettiği günden bugüne kadar içinde biriktirdiklerini. Bir garip kuş misâli kimsesizdi artık. Biraz öksüz, biraz yetim, bir yanı hep eksik. Murat'ın varlığı bu eksikliği doldurmaya yetecek miydi? Yetmeliydi... yetinmeliydi Meryem. Başka çaresi yoktu.

. . .

Salih dayı Meryem hazırlanana kadar kapıda beklememek için Murat'ı içeriye davet etmişti. Birlikte salona doğru geçerlerken eşi Serpil Hanım'dan bir fincan kahve istemeyi düşünüyordu ki o ondan önce davranarak "Dur hele herif, sen önce bi' de bakıyım, sabahın köründe nereye gittin?" diyerek önüne geçti. Serpil yenge sabah uyandığında eşini yanında görememiş ve çok telaşlanmıştı.

"Nereye gidecem hanım. Camiye... camiye gittim ben."

Kocasının bu dediğini pek inandırıcı bulmamıştı Serpil. Eşi cuma ve bayram namazları hariç camiye pek uğramazdı. Gözlerini kısarak eşinin yüzünü şüpheci bakışlarla süzmeye başladı. "Sen mi... camiye mi... sen camiye mi gittin Salih? Eh... hayırdır imana mı geldin?"

"La havle vela kuvvete... He...imana geldim hanım, aslı arası camiye gittim yav, gidemem mi?"

"Giden gitmesine de... bayram değil seyran değil, nahas* gittin sen camiye?"
(Nahas: neden acaba)

Salih dayı derin bir nefes alıp içinden tövbe estağfurullah çekerek başını olumsuzca salladı. Aldığı nefesi burnundan vererek kaşlarının altından ters bir bakış attı eşine. "Senin derdin ne Serpil, ben anlamadım! Camiye gitmek de mi suç oldu Allah aşkına!" diye çıkıştığında Serpil yenge eşinin damarına daha fazla basmamak için "İyi tamam ya seni merak edip soranda kabahat zaten." diye söylenerek çekildi kenara. Eşine dik dik bakarak salona geçen Salih dayı baş köşeye oturup kapı ağzında kalan Murat'a içeri girmesi için işaret edince Murat'ın ardından Serpil yenge de salona girip kanepenin diğer köşesine geçti. Salih dayıya tavırlı olduğunu belli etmek için yüzünü cama doğru çevirip boş bakışlarla dışarıyı seyretmeye başladı.

Gergin bir sessizlikten sonra Salih dayı eşine biraz sert davrandığının farkına varmış olacak ki onun gönlünü almak için "Hadi sen bize orta şekerli bir kahve yap da getir hanım, sana anlatacaklarım var." diye seslendi sesinin tonunu yumuşatarak. Sonra onların bu didişmesine tanık olan Murat'a muzipçe bakıp göz kırptı.

Ara verildi: Bozuk Para - Sevda sınavı Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin