me gustas tú

970 104 83
                                    


yorum yapın lütfennn



kafeden içeri girdik ve boş bir masaya oturduk. gözlerim yaka kartlarında geziniyordu. han jisung kimdi ? ben de jeongin kadar merak ediyordum.

kısa bir süre sonra yanımıza bir garson geldi, adı Lee minho'ydu. güler yüzle siparişlerimizi alıp "başka bi isteğiniz var mı?" diye sordu.

"han jisung adında birini tanıyor musunuz?" diye sordum. jeongin gözlerini kocaman açmış bana bakıyordu. garson da şaşırmıştı ve kaşları havalandı.

"neden arıyorsunuz ki onu?" diye sordu ciddi bir şekilde.

ben tam lafa girecekken jeongin elime dokunarak beni susturdu ve kendisi konuştu. "geçen sefer geldiğimizde bize çok iyi davranmıştı da merak ettik o yüzden" dedi gülümseyerek.

garsonun ciddi yüzü bir anda gülümsemeyle değişti ve "ahhh anladım, molaya çıkmıştı birazdan gelir. haber veririm size o zaman" diyip ayrıldı yanımızdan.

"pat diye niye soruyorsun ya ben daha ne söyleyeceğimi bilmiyorum ki hyunjin. çocuk kardeşi olduğunu bile bilmiyor" diye çıkıştı bana.

bana kızmasıyla susmuştum, kalbimi ilk kırışı değildi ne de olsa.

siparişlerimiz kısa süre içinde geldiğinde ben pastama odaklanmıştım, bana kızmasından sonra tek kelime etmedim. gergindi ve onu daha da germek istemiyordum.

bir dilim alıp ağzıma attım ve önüme eğdiğim kafamı kaldırdım. jeongin yine her yerini çikolata etmişti. küçük bi kıkırtı çıkartarak jeonginin dudaklarına baktım.

"her yerin yine çikolata olmuş" dedim yanımda duran peçeteyi alarak. önce ağzını sildim ve tekrar yüzüne baktım. "burnuna bulaştırmayı nasıl becerdin" diye sordum.

panikle telefonundan yüzüne bakmıştı, kendi önünde duran peçeteyle de burnunun ucunu sildi ve ellerini yüzüne kapattı.

"utanma tamam, ben gördüm zaten sadece" dedim gülerek.

"of ya rezil oldum yine" diye ağlamaklı sesler çıkarıyordu.

biz konuşurken kapıdan içeri birisi girdi, yaka kartına baktığımda bu han jisungdan başkası değildi. önce siparişlerimizi alan garsonun yanına gitti, ardından garson eliyle bizim masayı gösterdiğinde anlamaz bi ifadeyle buraya baktı.

yanımıza doğru geliyordu, jeongin iyice panik olmuştu ve yerinde duramıyordu. jisung masamıza geldiğinde "beni sormuşsunuz" dedi gülümseyerek.

"meraba, hyunjin ben" diyerek elimi uzattım. biz el sıkıştıktan sonra jisung jeongine döndü ve ona da elini uzattı ama jeongin şu an iyi değildi.

"ben de şey, eeee şeyim ben kimim ben " dedi panikle bana dönüp.

rezil oldu yine

jisung şaşkın bir şekilde bana bakıyordu şu an. "eee o da jeongin, biraz heyecanlı da kendisi" diyip gülümsedim çocuğa.

"ahh anladım" dedi elini saçının arkasına götürerek "beni neden sormuştunuz" diye ekledi ardından jisung. hala gülümsüyordu. genelde garsonlar sinir bozucu olurdu fakat bu çocuk fazla pozitifdi.

"otursana şöyle" diyip oturduğum yerde kenara kaydım ve ona yer açtım.

"jeongin anlatmak ister misin yoksa ben yardımcı olayım mı sana bebeğim" dedim. korkuyordum, kötü tepki vermesinden ve jeonginin üzülmesinden korkuyordum.

"ben hallederim" dedi buruk gülümsemesiyle. kendini biraz olsun sakinleştirmişti.

jisung ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. belki de hayatı tamamen değişecekti, bi kardeşi olduğunu öğrenecekti.

"babanı hayatında hiç gördün mü?" diye girdi lafa jeongin.
jisungun kaşları çatılmıştı "hayır, niye soruyorsun?"

"çünkü baban, hayatı bize zehir etmekle meşguldü. seni bırakıp giden adam mecburiyetten benim yanımdaydı. çok da yanımda olduğu söylenemez tabi." dedi jeongin ve sinirden güldü.

jisung hala anlamıyordu bu bakışlarından da belliydi.

"jisung, sen benim abimsin." dedi gözleri dolarken.

jisung "ne?" diyerek ayağa kalktı birden. "ne saçmalıyorsun sen!" diye bağardı jeongine.

"sesini yükseltme ve otur!" dedim son derece ciddi yüz ifademle.

jisung önce bana bakıp ardından jeongine baktı. yüz ifadesinden duygularını okuyamıyordum, o da ne hissettiğini bilmiyordu büyük ihtimalle.

"babam yok benim! siktir olup gitti, ne annemi umursadı ne de beni anladınız mı!"

tükürürcesine konuşuyordu.
jeonginse ağlıyordu.

jisung bağırdığı için tüm kafe bize bakıyordu şu an. siparişlerimizi alan garson yanımıza gelip dehşete düşmüş bi şekilde bize baktı ardından jisungu yanına çekti ve götürdü.

ayağa kalkıp jeonginin yanına gittim ve oturduğu yerden kaldırdım onu. kasaya doğru gidip cebimden para çıkardım ve elime ne kadar para geçtiyse fırlattım.

"hizmetiniz berbatmış, paramı haketmediğiniz için yüzünüze fırlatıyorum, hoş tükürmem gerek ama saygımı bozmayayım." dedim ve jisungun yüzüne biraz daha yaklaşıp kulağına doğru eğildim.

"bu çocuk biraz daha ağlarsa o zaman bu sinirini sana çok güzel iade ederim ve ağlayan sen olursun! seni öyle bi ağlatırım ki güzel anneciğinin kolları bile seni sakinleştirmeye yetmez."

geri çekilip gülümsedim, sonra jeongini kafeden çıkardım. arkamdan "piç" diye bağardığını duymuştum.

tepkimin fazla olup olmaması umrumda değildi. jeongini ağlatırsa sonucuna katlanmak zorundaydı.

jeongin benim için, karanlığın içinde kaybolduğumda bulduğum ve bütün dünyamı aydınlatan en parlak ışıktı.

hala ağlıyordu ve elleri yine yüzündeydi. yavaşça indirdim ellerini yüzünden.

"ağlama, haketmiyor" dedim gözlerine bakarken.

"hyunjin, ben sadece-" lafını bitirmeden tekrar şiddetli bi şekilde ağlamaya başladı.

kendime doğru çekip sarıldım ona.

"keşke sehun hyung da burda olsaydı ona da sarılmak istiyorum şu an" dedi hıçkırıkları arasında.

kalbim ağrıyordu yine, ok gibi saplamıştı sözlerini. sapladığı her oku bir bir çıkartıp kendi kendimi iyileştirmeye çalışıyordum ama ben iyileşemeden o tekrar saplıyordu.

zaten hep böyle olmuştu.

o çiçekleri severdi, ben onu severdim o kitapları severdi, ben onu severdim.
o kedileri severdi, ben onu severdim.

o abimi severdi
ben, onu severdim...

o kadar mutsuzum ki su an

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

o kadar mutsuzum ki su an...

jeongine kizmayin napsin salak iste

boyfriend | hyunin Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin