"Öyleyse hiçbir zaman bitiremeyeceksin bu resmi. Çünkü hiçbir zaman ruhumu öğrenemeyeceksin." Barış alay dolu bir gülüş attı.
"Sen bile kendi ruhunu bilmiyorsundur." dedi Barış kendinden emin bir şekilde. Fırat dediği şeye karşı çıkmak istedi ama savunamazdı kendini çünkü doğru söylüyordu. Sürekli davranışları değişiyor n'aptığını ne kendisi biliyor ne de anlaşılması için çaba gösteriyordu. Kalbiyle hareket edince başka biri akıl devreye girin bambaşka birine dönüşüyordu.
"Çıkıyorum ben." diyip kapı kolunu tuttu fakat Barış'ın dediği şeyle yerinde durdu.
"Bu sefer sen kaçıyorsun, kaç bakalım." Fırat kapının kolunu sıktı, "Sakin ol Fırat, acısı var." dedi içinden kendine. Duymamazlıktan gelip çıktı gitti.
Barış yalnız kalınca tekrar boşluğa düştü. Demek Büge ölmüştü... Kafasında bi kaç kez tekrarladı cümleyi aklına Fırat'ın söylediği sözler gelmişti.
"Senin o hastalıklı aşkın, ölümü de mi yenecek!?" Yenememişti gerçekten de, onları ayıran şeyin ölüm olmadığının farkındaydı. Yine de bi yerlerde yaşamasını isterdi, Can'ın annesiz kalmamasını isterdi... Hayat ona Fırat'a yaptıkları kötülüklerin cezasını kesiyordu zaten, Fırat'ın hiçbir şey yapmasına gerek yoktu.
Ellerini şakaklarına bastırdı, şu an kafasını duvara vura vura parçalamak istiyordu, düşündükçe o durumu ruhsal olarak yaşıyordu çünkü. Duyduğu adım sesleriyle başını kaldırdı, gene gelmişti Savaş.
"Naber bro?" dedi yine ciddi ve ruhsuz bi ifadeyle.
"Daha belli..." diyecekken durdu ve nefesi ciğerlerine doldurdu. "Belli lan berbat bir hâldeyim."
"O yüzden geldim zaten." Barış gözlerini kısarak dikkatlice mimiklerini okumaya çalıştı ama yok anlayamadı bi şey. Savaş Barış'a doğru yaklaştı.
"Büge benimle, güvende. Merak etme." dedi vurgulu bi şekilde. "Karımla çok mutluyuz biz, tıpkı eski günlerdeki gibi biliyor musun?" dedi ve gülmeye başladı. Barış parmak uçlarından yayılan bir öfke hissediyordu beynine kan sıçramıştı adeta. Elini yumruk haline getirdi ve tırnaklarını avuç içine geçirdi. "Gerçek değil sakin ol, gerçek değil sakin ol" dedi içinden defalarca.
"Barış farkında mısın bilmiyorum ama sevdiğin herkes yok olmaya başlıyor. Ve senin yüzünden oluyor tüm bunlar. Sevdiğin herkes ölüme mahkum ve sen de bu acılarla yaşamaya. Senin sınavın bu ve notlarını acı çekerek ödeyeceksin." dedi Savaş iğneleyici bir şekilde. Barış artık kendine hakim olamıyordu deminden beri sıktığı yumruğu Savaş'ın yüzüne geçirmek için hamle yaptı fakat duvara çarparak yere düştü. Başını çarpmıştı. Kafasındaki acıyla hemen etrafa baktı, gitmişti şimdilik. Başındaki acıyı umursamadı, Savaş ona daha çok zarar veriyordu çünkü. Duvarın dibine iyice sinmişti, üşüdüğünü hissetti. Tekrardan sarılmaya ihtiyacı vardı ama kimse yoktu yanında, hiç olmamıştı zaten. Kollarını kendine sardı, saatlerce öyle bekledi.
~
Fırat kapının önüne geldi ve elini duvara yasladı, ayakta duracak hâli yoktu. Hemen eliyle gözünü ovuşturup bi kaç tane tokat attı kendine. İçeri bu halde giremezdi. Üstelik karanlık işini daha çok zorlaştırıyordu, evet elektrik gitmişti. Fırat kilidi açıp içeri girdi ve telefonun flashını açtı. Barış yine duvar kenarına çökmüş bir şekilde boş gözlerle duvarı izliyordu. Fırat elindeki telefonu masaya indirdi şimdi ışık etrafa dağılmış ve loş bir ortama dönmüştü.
"Neyse yine dağıtmamışsın ortalığı." dedi Fırat kravatını gevşeterek. Barış ise cevap vermiyor, onu duymuyor gibiydi.
"Gerçekten halüsinasyon görmeye devam ediyor musun?" Barış yine cevap vermemiş dönüp ona bakmamıştı bile. Fırat bıkkınlıkla nefes aldı ve çekmeceyi açtı içindeki mumları çıkardı.
