Fırat, bu isteğine şaşırmış olsa geri çevirmek istemedi. Gözlerini birkaç saniyeliğine kapattı. Anılar zihninde bölük bölük yer ederken aklına Nazlı'ya anlattığı masallar gelmişti. Sahi n'apıyordu şu an, yeni düzene alışmış mıydı, onu özlüyor muydu, yine geceleri ayıcık olmadan uyuyamıyor muydu? Kafasında sorular ardı ardına sıralanıyordu ama hepsi cevapsızdı. Tek bildiği, bu savaşta en çok çocuklar yara almıştı.
Kızına çok büyük bir özür borcu vardı çünkü ona verdiği hiçbir sözü tutamamıştı. İyi olması tek tesellisi olsa da annesinden sonra babasını kaybeden bir çocuk ne kadar iyi olabilirdi? Bir çocuğun daha ruhu sessiz sedasız ölüyordu. Üstelik o kişi öz evladıydı ve ölü bir ruhun sonuçlarını da biliyordu ama elinden bi şey gelmiyordu. Sanki çıkmaz bir sokakta dolanıp duruyordu.
Düşmanına benzememek için çıktığı bu yolda aslında en büyük düşmanı olan babasına dönüşmüştü ve düşmanım dediği adam şu an yanında, onun ağzından dökülecek olan kelimeleri bekliyordu. Bu durum ağır gelmişti Fırat'a. Boğazındaki yumruyu gidermek için yutkunmaya çalıştı ama işe yaramadı. Gerçekler, insanın yüzüne çarpınca acımazsızlığını gizleyemiyordu.
Düşünceler nefesini keserken ellerini Barış'ın saçlarına götürmeye başladı, elleri ilacın burada dermişcesine ona doğru uzanıyordu. Parmakları Barış'ın yumuşak saçlarına temas edince derin bir nefes aldı, bütün idoller uzaklaşmıştı. Bir kez daha anladı, kaçmak istediği de varmak istediği de oydu. Artık geçmişinin şimdiyi gölgelemesine izin vermeyecekti.
Biraz kendine gelmeyi bekledikten sonra hafifçe tebessüm etti. Barış için masala gerek yoktu, biyografi yeterliydi. Sesini temizleyerek konuşmaya başladı.
"Çok eskiden etrafına neşe saçan bi çocuk yaşarmış. İçi içine sığmaz, herkesi mutlu etmeye çalışırmış. Bir gün, bir bahçede dolaşırken çiçeklerin güzelliği gözüne çarpmış. Kocaman gülümseyerek çiçeklerin oraya koşmuş. Bi tanesini koparmış ve incelemeye başlamış, 'Tam sevdiklerime layık çok güzel bir çiçek...' diyerek kucak dolusu toplamış çiçeklerden." Barış meraklı ve hayran dolu gözlerle Fırat'ı izliyordu. Demek masal dinlemek böyle bir şeymiş, dedi içinden. Fırat derin nefes alarak devam etti.
"Mutlu bir şekilde sevdiği insanların yanına gitmiş. Yanına gittiği ilk kişi, 'Sen nasıl böyle bir çiçeği kopararak onu öldürürsün!' diye bağırarak kızmış ona. Çocuk hayal kırıklığına uğrasa da karşısındakine hak vermiş. Yine de pes etmeyerek başka kişinin yanına gitmiş o da, 'Bu rengi sevmediğini bilmiyor musun?' diyerek çıkışmış çocuğa. Bu sözlerden sonra çocuğun kalbinde bi siyah nokta daha oluşmuş. Son kez şansını denemek için diğer arkadaşının yanına gitmiş. O da diğerlerinden farksız, 'Benim çiçeğe alerjim var çek şunu!' demiş. Çocuk büyük bir nefretle elindeki bütün çiçekleri yere atarak ezmeye başlamış. Ezdiği her çiçek için kalbindeki siyah noktalar çoğalmış...
En sonunda içindeki sevgi ve şefkat yerini kin ve nefrete bırakmış. Bi anda, kendini o güzel bahçe yerine derin bir bataklıkta bulmuş. Artık sevgi dolu çocuktan eser kalmamış, kötü bi adama dönüşmüş olarak bulmuş kendini.
Üstelik bu adam o kadar yalnızmış ki ona sarılan kişilerin onu daha aşağıya çektiğinin farkında bile değilmiş. Gittikçe dibe batmaya başlamış taa ki bi el uzatılana kadar." dedi ve derin nefes alarak biraz bekledi.
Barış başta anlamamıştı fakat ilerledikçe çocuğun aslında kendisi olduğunu fark etmişti. Kalbi ağzında atarken masalı nasıl bitireceğini fazlasıyla merak ediyordu. Fırat'ın biraz durakladığını görünce, masalın sonunu kendisi getirmek istedi.
"O eli uzatan kişinin gözlerine bakınca bataklık aniden koca bir okyanusa dönüşmüş ve boğulmaktan kurtulmuş..." diyerek uykulu sesiyle sonlandırdı masalı. Fırat gülümsemesini daha da genişletmişti. Barış hafifçe başını kaldırarak Fırat'a baktı.
