beş

146 14 12
                                    


"Dosyaları masana bırak, çıkıyoruz."

Nereye çıktığımızı bilmesem de elimde duran dosyaları dediğinin üzerine masaya bıraktım, masanın üstünde dağılmış bir şekilde duran eşyalarımı toplayıp çantama koyduktan sonra Bay Jeff'i olduğum yerde bekledim. O da toparlandıktan sonra yanıma geldi, kolumdan tuttu ve asansöre bindik.

Binadan kendimizi dışarı attığımızda yüzüme çarpan soğuk hava dudaklarımı aralamama neden olurken Bay Jeff kolumdan tutup beni bilmediğim bir yola sürüklemeye başladı. Bu kadar aceleyle nereye ulaşacaktık bilmiyordum, niye bu kadar ani davranmıştı anlamamıştım da.

Kolumu elinden kurtardığımda arkasına dönüp yüzüme baktı, "Beni tutmanıza gerek yok, tutmasanız da geliyorum sizinle." dedikten sonra arkasından yanına geçtim. Görürse yanında olduğumu, kolumdan tutup sürükleme ihtiyacında bulunmaz diye düşündüm. Gülümseyip kolumdaki hakimiyetini serbest bıraktı, yürümeye devam etti. Adımlarını durdurduğu yer kocaman bir bahçeydi, ayçiçekleriyle dolu bir bahçe.

"Canın sıkkın gibiydi, gözlerini pek kaçırmazsın." dedikten sonra önden ilerlememi işaret etti. İşareti üzerine önden geçip ayçiçeklerine bakmaya başladım. "Nefes al dedim. Bu aralar çok çalışıyor gibisin." Dediklerini dinledim, sesimi çıkartmadım.

Dizlerimi kırdım, koklamak için çöktüm, ama kokuları burnuma gelmedi. "Ah," dedim sesim titrerken. Çiçekleri severdim, böyle ince düşüncelerle yapılmış şeyleri severdim. "teşekkür ederim Bay Jeff. Gerek yoktu."

Her şekilde, ne yaparsam yapayım Bay Jeff'e karşı kendimi mahcup hissedecektim belki de. Aynı şeyi ona yapmak aklıma gelmezdi benim, sevdiği şeyleri bilmezdim hiç. Ama o benimkini biliyor gibiydi, bilmiyorsa bile tahmini iyiydi, veya objektif bir yol izleyerek doğru yolu tutturmuştu.

Ne olursa olsun, karşıdaki adlı kişi bendim, karşıdakini mutlu edecek bir şey yapmıştı ve bence bu çoğu şeyden önemliydi. Bir insanı mutlu etmek mutlu edeni de mutlu eder, mutluluk yayılır falan filan...

Benim gibi çöküp yüzünün hizasında kalan birkaç ayçiçeğine yüzünü gömdü. "Kokmasalar da güzeller." dedi, kokuyu almayan tek kişi ben olmadığımı fark ettirdi bana, yine gülümsedim. Yüzüne, ensesindeki saçlarına baktım. Gülümsedim. Ayçiçeklerini tutan ellerine gitti gözlerim, nazik dokunuşuna baktım. "Galalar hakkında ne düşünüyorsun?"

"Hm?" Dedim anında. Öyle, sessizce var oluşunu izlediğim bir anda konuşunca irkildim, canlandım yeniden. Yaşadığımı, yaşadığımızı hatırladım, ayak uydurmaya başladım ben de.
"Şu yakın zamanda olan iki gala mı?" Cevabını bildiğim sorular sormayı severdim.

Kafasını sallayıp gözlerini dikti bana. Gözlerimi kaçırdım, sorusuna cevap aradım. Çıkmaz yolda rehber aradım, hiç düşünmemiştim galalar hakkında. Her yıl kesinlikle fazlaca olurdu ama hiç oturup hakkında düşünmüşlüğüm yoktu. Şık giyinir, bir şeyler içer, ışıklar altında zaman öldürür eve geri dönerdim. Ne zaman olduklarını her daim unutur, Jakapan tarafından hatırlatırılır, heyecansız bir şekilde umrumdaymış gibi insanların ne giydiklerinde, kime güldüklerinde, kimlerin yolunu gözlediklerinde, hangi içeceği içtiklerinde ve seslerinin tonunu duyabildiğimde duyar, önümdekilerde göz gezdirirdim.

"Şirket için önemli bir şey tabii," Dedim utanarak. Süslü cümleler kurmak bana göre değildi, süslü düşünmek bana göreydi. "siz daha iyi biliyorsunuzdur." diye de ekledim. Aramızdaki farkı göze sokarmış gibi olmuş olsa da amacımın bu olmadığını çok düşünmeden de anlayabilirdi.

"Ya, öyle tabii." Dedi ayağa kalkarken. Bir anda beklemediğim bir şekilde sallandı kalkarken, korktum, kalktım ben de ayağa. Tutacaktım ki dengesini sağladı, kollarım da yaptığım hareketin de anlamı havada kaldı. İndirdim çok durmadan, güldüm ensemi kaşıyarak.

Eve gidince hindistan cevizi suyu eşliğinde oturup günü düşünerek şarkı söylerken bu anı hatırlar, bir daha utanırdım.

"Akşam oluyor." Dedi bana bakarak. Kafamla onay verdim ona, gözlerimi yere diktim, vücudumu sallamaya başladım küçük çocuklar gibi. "Evine bırakayım, yolu bilmiyorum ama öğretirsin değil mi?"

Birleşmiş bir hâlde duran ellerimi ayırıp omzundan yavaşça tutup geriye ittim, gülümsedim. "Tabii." Dedim ve önden yürümeye başladım. Birkaç dakika bile sürmeden bahçeyi arkamızda bırakmıştık. "Sana niye Barcode diyorla- diyoruz?" Dediğinde duraksadım.

Ben de bilmiyordum ki.

"Bilmem. Jakapan öyle demişti, sonra yayıldı." Dedikten sonra yürümeye devam ettim. O da benimle durup benimle devam etti, gülümsedi sessizce. "Barcode..." dedi mırıldanarak. Yüzüne baktım bana seslenmediğini bilerek, güldük.

"Tinnasit Isarapongporn." Dediğinde tekrar bakışlarım yüzünü buldu. İsmimi ilk defa telaffuz eder gibi bir hâli vardı, tatlıydı açıkçası. "Buyrun benim?" Dedim oyun oynar gibi.

Sakin sakin güldü, yürümeye devam ettik. Zamanın geçişi ilk defa gözüme çarpmadı, kısa zaman sonra evimin önüne gelmiştik. "Teşekkürler. Dikkatli gidin." Diyip eve girdim.

Heyecandan yerimde duramıyordum, kıpır kıpırdım.

Vücudum bir o yana bir bu yana gidip geliyor, ruhum yüzümdeki gülümsemeyi sonsuza dek silemezmişim gibi mutlulukla çırpınıyordu. Böyle küçük şeyler beni çok mutlu ediyordu. Koskoca bahçe, küçük mü sence diye güldü içerim. Daha içerim gözlerini devirdi ama sevdi bu şakayı.

Sonra düşündüm, benimle onun arasındaki şeyi. Arkadaş diyebileceğim kadar yakın bile değildik, sadece arada bir takılıyorduk.

Evet, yaptığı şey çok güzeldi ama her canı sıkkın olana bunu yapıyorsa kendine yazıktı, bahçe binaya çok da yakın değildi. Kafamı kurcalasın, neşemi kaçırsın istemedim, düşünmeyi bıraktım. Sonra kaçırırdı illa ama şu an kaçırsın istemiyordum.

Odama girip gitarımı elime aldım, aklımda yankılanan şarkıyı gitarın tellerine anlattım. Penamı bulamayınca parmaklarım işimi gördü, kısa bir süre gitar çalıp bir şeyler mırıldandım.

the truth untold ও jeffbarcodeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin