17. Bölüm

876 30 0
                                    

Aşkın yalnızca acı getirdiğini söylerler. Peki onca sevgi, yaşanmış güzel şeyler zamana yenik düşerken aslında bir savaşın içinde olduğumuzu neden fark etmeyiz? Kayıplar verildikten sonra, hiçbir şeyin yok olmadığı bu dünyada, hislerimiz nereye gider?
Onun yanındayken hiçbir zaman savaşıyormuş gibi hissetmemiştim. Yuvam olduğunu düşünmüştüm. Ben kalbimi uzatırken o kılıç çekmişti ve ben savaş silahlarını henüz tanımıyordum. Bilgisizliğim ve cesaretim yenilmeme neden olmuştu. İnsan ne zaman geri çekileceğini bilmeliydi. Aksi halde benim gibi tozlu otobüsün rahatsız koltuklarında, hayatınızla ilgili hiçbir şey normal olmadığı halde, tek derdiniz camlardan sızan güneşmiş gibi bıkkın bir surat ifadesi takınabiliyordunuz. Nereye gittiğimi hatırlamıyordum ama onun beni beklediğini biliyordum. Gittiğim yer cehennem bile olsa kapıda beni karşılayacaktı. Aşk veya sevgi değildi hissettiği, muhtemelen sahiplenmenin aşırı dozuydu.
Artık rahatlayabileceğimi düşündüm, denemiştim. Kendime olan borcumu ödemiştim. Ellerime baktım. Tırnaklarım uzamıştı. Uzun tırnaklardan nefret ederdi, bunun için azarlayacaktı ve kesmemi söyleyecekti. Kesmek istemiyordum. Ellerimi koltuğun yanlarına koydum, koltukta yavaşça aşağı kaydım. Günlerdir doğru düzgün uyuyamamıştım. Göz kapaklarımın ağırlaştığını hissettim.

Uykuyla uyanıklık arasında geçen saatler sonrasında kolumu birinin dürtmesiyle irkildim. Yerimden sıçrayınca karşımda duran kadının şaşkın ifadesiyle karşılaştım.

"İnmeyecek misiniz? Geldik."

İnce vücut hatları ve sarı saçları çok tanıdık gelmişti. Tanımadığım birisi olduğuna emindim sadece bir his içimden geçmişti. Tanışsaydık bile ki burada zihni bulanık olan tek kişi bendim, kadın tarafından bir işaret gelirdi.

"Ah..."

Perdeyi hızla açarken tek ifadem buydu. Söylecek bir şeyim yoktu. Tabi ki bir yabancıya yalvarıp beni kurtarmasını istemeyecektim. İstemek istedim ama o kadar körleşmiştim ki. Yıllardır attığım her adım boşluğa denk gelmişti. Artık yürümek istemiyordum.

Hiç acele etmeden otobüsün kapısına doğru ilerlemeye başladım. Keşke beni burada unutsalardı. Bu otobüste sonsuza kadar gidebilirdim.
Küçük çantamı tek omzuma astım, tam açılmamış gözlerimle etrafı tarafım.
Sırada ne vardı?

Hayatıma doğmayı reddeden güneş belli ki etkisini hala yitirmemişti. Çok uzun süre karanlıkta yaşamıştım. Ne yapacağımı bilemez halde terminalin giriş kapısında dikilirken elimi gözüme siper ettim. Beni doktora götürmesini istemeliydim. Gözlerim sulanmaya ve yanmaya başlamıştı. Zayıf ellerimle yarattığım yetersiz gölgeye sığınmaya çalışırken onu gördüm. Üzerini değiştirmişti. Üzerinde özensiz bir gri kot pantolon ve düzgünce ütülenmiş siyah tişört vardı. Kollarına atılmak isteyen tarafımı hatırladım. İki yabancı olsaydık. her şeyin başladığı zamanki gibi, bu terminalde tekrardan tanışsaydık, yine de ondan kaçar mıydım? 

Ellerimi gözümden çektim. Ona doğru yürümeye başladım çünkü o da bana yürüyordu. Yüz ifadesi sakindi. Daha agresif bir tavır beklemiştim, belki çatık kaşlar. Huzurlu görünüyordu. Kendimi hiç öyle hissetmesem de benimde öyle göründüğüme emindim. 

Solmuş ayakkabımın onun parlak siyah ayakkabısına denk gelene kadar ilerledikten sonra tam önünde durdum. Gözlerimiz buluştuğunda, kelimelere gerek kalmadığına emindim. 

'Kaçtın da ne oldu?'

'Denedim.' 

Gözlerimi arkasındaki beni bekleyen arabaya çevirdiğimde içerden başka birisinin indiğini gördüm. İnce kadın vücudu bana bakmadan uzaklaşmaya başladı. Ona ait değilmiş gibi duran kırgın sesiyle dikkatim dağıldı.

''Saçlarını kesmişsin.'' Sert eklemlerinin artık birbirine girmiş, sertleşmiş saçlarımda dolandığını hissettim.

''Saçlarını kesmeni kim söyledi sana?''

Ses tonu yükselmişti. Yasını tamamlamıştı. Artık intikam istiyordu. İtaatsizliğin bedelini ödetmek onun için keyifli bir törenden başka bir şey değildi. 

''Böylesi daha çok hoşuma gitti. Artık uzatmayacağım.'' Ne kadar uğraşsam da sesim aynı tona çıkmıyordu. Ses tellerimin bu savaşı kazanmam için yeterli olmayacağını hissettim. Tekrar gözlerine baktığımda artık kırgınlığın ve huzurun iki elayı terk ettiğini gördüm.  Daha tanıdık bir Burak olmuştu. Merhaba.

Elleri saçlarımdan inip sertçe omzumu kavradığında silkinme isteğimi bastırmaya çalıştım. Acıtmıyordu ama gücünü hissettiriyordu. Kendimi çırpsam ne olacağını merak ettim. 

''Küçük isyanın bastırıldı. Yürü.'' 

Yürüyecektim zaten. Tekrar uzaklaşacak halim yoktu. Elinin altındayken kaçmak mümkün değildi. Eğer oteldeki gibi zihinsel bir çıldırma yaşasaydım belki iki ay daha onsuz gelecek arayışına girerdim. 

Kadın parfümü. 

''Kadın parfümü kokuyor.'' Birden arabadan inen kadını hatırladım. Yüzünü görememiştim ve o kimdi? Şoför neredeydi? Asla yalnız dolaşmazdı. Beni kıskandırmaya mı çalışıyordu? İçimi korkunç bir merak duygusunun kapladığını hissettim. Beni duymamış gibi davranınca üsteledim. 

''Burak. Burası kadın parfümü kokuyor.'' Aynayı düzellttikten sonra gözlerini ifadesizce bana çevirdi. 

''Sen giderken soru sorma hakkını kaybettin.'' 

Bizim normal bir ilişkimiz yoktu. Ondan kaçmamdan daha doğal bir şey de yoktu. Ama onun dünyasında her şey farklıydı. Anlaşmamız varmış da onu bozmuşum gibi davranıyordu. Kıskanmamıştım. O kadının kim olduğunu bilmiyordum ama aralarında romantik bir ilişki olmadığına emindim. O beni seçmişti. Belki artık bütün ilişkimiz bozulmuş, yönünü değiştirmişti ama asla sadakatsiz bir adam olmamıştı. Güzel günlerimizde bile, hep benimdi. 

İstemsizce kendimi kokladım. Ter kokuyordum. Geniş otoyola girince eve döndüğümüzü anladım. Başka bir yerde konaklamayacaktık artık. Beni doğrudan eve götürüyordu. 



KABUSA UYANMAK Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin