Bölüm 4|• "Savaşın İki Yüzü."

67 8 101
                                    

Selam!

Bana daha sonra okuyup mutlu olmam için yorum bırakmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfen.🤍

İyi okumalar dilerim.🫶🏻🫂

🖇️

Uçsuz bucaksız okyanus sarmış bedenimi, bir kuklacının elinde tuttuğu kuklayı iplerinden tutup oynattığı gibi oradan oraya kendi iradem dışında savruluyorum. Deli dalgalar vuruyor, okyanus altüst oluyor; gecenin zifiri karanlığında, buz gibi suda boğuluyorum. Ciğerlerime dolan sular gittikçe en dibe çekiyor beni, çırpındıkça daha çok batıyorum. Anlıyorum ki çırpınmak faydasız, okyanusa teslim olduğum anda yukarıya doğru çekiliyor bedenim, bulunduğum cehennemden sıyrılıp suyun yüzeyine çıkıyorum. Soluksuz kalan ciğerlerim oksijen hasretiyle yanarken deli gibi öksürüyorum. Cılız ay ışığının müsade ettiği kadarıyla etrafıma bakıyorum fakat hiçliğin ortasındayım, işte o anda içimde içinde bulunduğum durumdan daha büyük bir boşluk hissediyorum.

Okyanustan daha soğuk bir el sarıyor ayak bileğimi, ben daha ne olduğunun farkına varamadan okyanusun dibine doğru bir yolculuk daha başlıyor. Yeniden suyun içinde çırpınırken beni dibe çekenin ıssız bir silüet olduğunu fark ediyorum. Ne kadar çabalasam da ondan kurtulamıyorum, o da beni bırakmıyor, okyanusun derinlerine yaklaştıkça o belirsiz gölge Lavin'e dönüşüyor. İçimde önleyemediğim bir korku beliriyor, içimde bir yer yanıp tutuşuyor, kurtulmayı öncekinden daha çok istesem de bir o kadar daha güçsüz düşüyorum. Göz gözü görmez olduğunda, okyanusun derinlerinden çıkıp ıssız bir ormanın göbeğine düşüyorum.

Arkamda hızla yaklaşan bir adım sesi, içim ürperiyor ve ben neyden kaçtığımı bilemeden bir kaçışa daha başlıyorum. Koşuyorum, arkamı kontrol ediyorum, kimseyi göremiyorum ama biri bana giderek yaklaşmak üzereymiş gibi hissediyorum. Ensemdeki nefesten ürküyorum. Kaçayım derken mezara düşüyorum, sesler daha da yaklaşıyor, soluklanmaya vaktim bile yok, hiç durmadan mezardan çıkmaya çalışıyorum, uzun bir denemenin ardından çıkmayı başarıyorum ve kendimi doğup büyüdüğüm o konağın bahçesinde buluyorum.

Konağın bahçesindeki çeşmeden kirli bir su akıyor, incir ağacı kurumuş ama onun dışında her şey yerli yerinde. Gözüm konağa doğru kayıyor, merdivenlerden çıkınca aile yemeklerinin yendiği uzun masa hala yerli yerinde, babamın her akşam kahvesini içtiği sedir de duruyor orada, ışıklar sönmüş, karanlığa bürünmüş şanlı konak.

Esen rüzgar bir adım geri savuruyor bedenimi, gözümün önünde binlerce kötü anı canlanıyor, bir an önce gitmek istiyorum buradan, yeniden mezara girmeyi yeğliyorum ama yerdeki o delik kapanmış ve ben çocukluğumun defalarca öldürüldüğü bu duvarların arasında mahsur kalmışım. Zihnimde tehlike çanları çalıyor, kaçmalıyım, gitmeliyim bir an önce buradan. Konağın yıllanmış ahşap kapısına koşuyorum ilk, açmayı deniyorum fakat tam da o anda kalın zincirlerle bağlanmış olduğunu fark ediyorum kapının, ne kadar ittirsem de vursam da kilidi açamıyorum. Tam da o sırada annemin sesi yankılanıyor boş konağın sınırlarında, içimde ölüm çığlıkları çalıyor. Telaşla arkamı dönüyorum fakat annem yok, kimse yok. Ellerim kulaklarıma bastırıyorum, fakat sesi bastıramıyorum.

"Bebeğin beşiği çamdan, yuvarlandı düştü damdan." Ellerimi kulaklarıma bastırıyorum ama yine de annemin derinlerden gelen güçlü sesini bastıramıyorum ve o ninniyi okumaya devam ediyor. "Bey babası gelir Şam'dan."

Çıkmam gerekiyor buradan. İçime korku yayılıyor. Gitmeliyim. Deli gibi koşmaya başlıyorum kendime bir çıkış yolu aramak için, duvara tırmanmayı denesem de tırmandıkça uzuyor duvarlar, oradan vazgeçip merdivenleri tırmanıyorum, her odaya deniyorum ama hepsinin kapısı kilitli, pencerelere koşuyorum ama camlarını kırmayı başaramıyorum, ne kadar denesem de çıkış yolu bulamıyorum. "Nenni nenni, nenni nenni, nenni nenni, nenni bebek oy..."

YANKI Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin