5 - Hyuck aydınlanıyor

137 22 28
                                    

Ben kocaman bir enayiyim. Öyle büyük bir enayiyim ki enayiliğim fiziksel bir varlık olsaydı uzaydan görülebilirdi. Göğe koysak güneşi engelleyerek buzul çağını yeniden başlatabilirdi. Çünkü çıkıp gitmemin ardından evde saatlerce ağlamış, sonrasında Renjun'den aldığım mesajla Jaemin'in ne olduğunu hiç anlamadığını öğrenmiş olsam da, tek güvenli kapım -nasıl bu hâle gelmiştik böyle...- Renjun orada olmayacağı halde ertesi gün Jaemin'in planladığı gibi bir kafeye gitmek üzere evine vardığımda hiçbir açıklama yapmadan öylece bırakıp gittiğim için Jaemin'den azar yemeye başlamıştım.

Yeni uyandığı saçlarının kuş yuvası halinden beli olan Mark ikimizi kenarda izliyordu. Sesimi çıkarmadan bitirmesini bekledikten sonra usul usul "Özür dilerim." dediğimde bir an kaşlarının yukarı doğru seğirdiğini gördüm sandım. Sonra aynı usul usul tavırla suçlu bir çocuk gibi salonun koltuğuna oturduğumda gözlerini karşısında olanı anlamaya çalışıyormuş gibi üzerimden çekmedi bir süre. İkisi de hazırlanmaya gittiklerinde kıpırdamadım. Geri döndüklerinde kalkıp tek kelime etmeden peşlerinden ilerledim sadece. Mark ara ara bana bakıyordu. Ne bakıyorsun? Gözlerini mi oyayım?

Jaemin bana dönüp saçlarımı karıştırdı. "Vali beyle aran mı sıkıntılı yine?" Babama baban demezdi pek. Vali bey falan derdi. İşi bu zaten. Babam duysa hoşuna giderdi. Eminim işini babam olmaktan daha çok sevdiğinden.

"Hayır, eve gelmedi dün gece zaten. İş gezisinde"

"Hmm, güzel, kafa dinlersin biraz."

"Eve para bırakmamış kalleş." Kaşlarını çatmasına rağmen şaşırmamış olduğunu biliyordum.

"Bendesin o zaman bugün."

"O yüzden demedim. Var benim param."

"Çay alıp oturacaksın değil mi? Alayım sana white chocolate mocha falan böyle fiyakalı bir şeyler hm?" Kıkırdadım. Mark ikimize bakıyor olsa da o geldiğinden beri ilk kez yakın hissediyordum Jaemin ile ve bozmasına izin vermeyecektim. Zaten bakışları hep garipti. Ne düşündüğünü kestiremiyordum ve bu nefretime nefret katıyordu.

Kafeye oturup bir şeyler söyledikten sonra konuşmaya başladık. Mark abisinden bahsettiğinde tek kardeş olmayan insanlar olduğunu hatırladım. Benim işaret dili korosunda olduğumu duyunca yüzü sabahki gibi seğirdi. Ne anlama geldiğini bilmediğim için sinir küpü olsam da Jaemin beni ve sesimi överken bir tepki vermedim. "Mütevazılığın sırası değil. Hocanın dediklerini hatırlıyor musun? İzleyicilerin çoğunun sesini duyamayacak olması çok yazık. Bal gibi sesin var." Tamam, tepki verdim. Kızarıp havalanmış gibi yaparak utancımı gizlemeye çalıştım.

"Bir gösteri mi olacak?"

"Yıl sonunda."

"Görebileceğim o zaman. Kaydımı buraya aldırdıktan sonra olacak sanırım." Ne.

"Evet! Hyuck'un gösterisini izleyebileceksin!" Buraya mı taşınacak?

"Ne tür şarkılar sergileyeceksiniz?"

"Henüz belli değil, Michael Jackson düşünüyorum." Umarım kafama uzay mekiği artık düşer.

"Michael Jackson mı?"

"Hyuck'un en büyük hayali Michael Jackson konserine gitmek." Mark Jaemin'e güldü. Ben omuzlarımı düşürdüm.

"Benim en büyük hayalim de Justin Bieber ile dost olmak." Harika. Şaklaban olduk.

"Komik değil. Gerçekten en büyük hayalim bu." Yüzü düştü.

"Dalga geçmiyordum." Vay canına. Ben bir canavarım.

"Senin hayalin de harikaymış." Çevir kazı yanmasın.

"İkinizinki de harika hayaller. Benim bir hayalim yok."

"Doktor olmak istiyorsun ya?"

"O bir hayal değil, sorumluluk." Kafamda çakan şimşekler orman yangınları çıkarabilirdi. Jaemin doktor olmak istemiyordu. Jaemin ne olmak istiyordu? Bana kendini bir gram açmadığını fark edeceğim an cidden şu an mıydı? Neyi bilmiyordum başka? Mark şaşırmış görünmüyordu. Ama üzgün göründüğü kesindi.

"Öyleyse sana bir hayal bulmalıyız." Jaemin gülerken bana inanmış durmuyordu. "Ciddiyim." Mark dediğimden cesaretlenmiş gibi başını salladı.

"Bir hayale ihtiyacım yok. Her şey yolunda ve tıkırında ilerliyor." Doktor olmak istemiyorsun. Bu nasıl bir tıkır acaba?

"Hayır efendim. Sana bir hayal bulacağız ve sen de onu seveceksin." Kahvemden büyük bir yudum alarak bitirdiğim cümlem eğer boğazıma kaçmasaydı çok havalı olabilirdi. Öksürük krizine girdiğimde ikisi de sırtıma geçirirken Mark'ın elinin sertliği gözümden kaçmadı. Ayı. Ölürken insanlık et bari.

Annemin yanına oturdum eve gittiğimde. Cebimdeki bütün parayı çıkarıp eline koydum.

"Bu ne?"

"Lidyalılar icat etmiş."

"Donghyuck."

"Babam gelince geri alırım. Şimdi ihtiyacın olur." Kafamı ısırdı manyak karı.

"Ne derdin var senin anlat bakayım."

"Jaemin doktor olmak istemiyor biliyor muydun?"

"Sen bilmiyor muydun? Bazen burnunun ucunu göremiyorsun oğlum."

"Sen biliyor muydun?"

"Elbette biliyordum. O çocuk annesi ve babasının işlerinin gölgesinde ilgisizlikle büyüdü. Doktorluğu sevmesi için bir sebep söylesene?"

"Ne bileyim... Hep doktor olacağım diyordu... Mantıklı gelmişti..."

"Gerçekten istese sence yıllardır kazanamayacağını bildiği bir üniversiteyi bahane ederek erteler miydi?"

"Peki ne olmak istiyor?"

"Kendi biliyor mu istemediğini sence?" Annem çok zeki bir kadın.

"Yani bilmiyor istemediğini. O yüzden de..."

"Başka bir şey de istemiyor."

"Korkak."

"Bazen insanlar bilerek korkak olmazlar böceğim. Kendini korumaya çalıştığına eminim."

"Neyden koruyor kendini?"

"Hayal kırıklıkları, kalp kırıklıkları... Kırılmaktandır muhakkak."

Bu hafta geciktiğim ve bölüm kısa olduğu için iki bölüm atacağım özrdlrm

dudaklarından dökülmeyecek kelimeler ve bir avuç papatya | markhyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin