19 - bir yara bandının yeteceğini sanmıyorum

86 19 54
                                    


Bu bölüm Renjun'in anlatımından ⋆˙⟡

Gösteri için saat 2'den sonraya hiçbir randevu almamıştım. Tahmin ettiğim gibi 2'deki randevum da fazlasıyla uzamış olsa da bunu hesaba kattığım için dükkanı kapadığımda daha elimde çok süre vardı. Bir süre dükkanın arkasındaki ofiste yatıp kestirebilirdim bile. Işıkları kapamış, kepengi indirmeye gittiğimde kapının önünde yere çömelip oturmuş birini gördüm. Aklımdan binbir şey geçti. Evsiz ya da dardaysa yardım etmek isterdim, ama olduğu yerde titreyip sallanıyordu. Kafası yerinde değil gibiydi. Gün ortasında içen biri ya da uyuşturucu bağımlısının tekiyle muhatap olmak istemezdim. Özellikle dükkan sahibi olduğum bu kadar belliyken. Sadece bana dadanmakla kalmaz, musallat olabilirdi yerimi bilmekle. Ben bunları düşünürken başını kaldırdı ve kapüşonunun altından Jaemin'le karşılaştım. Elimde anahtarla donakaldım orada.

Ne zaman gördüm en son? Aylar oldu mu? En az bir ay oldu sesini duyalı. Her gün en az bin kere sövdüğümü hissetmiş olabilir mi? Bir gözü mosmor, diğer gözünün altının ondan pek aşağı kalır yanı yoktu. Kapüşonunu indirip doğruldu.

"Nereye gideceğimi bilemedim. Evde durmak istemedim."

"Ne bu halin?" Mark vurdu diye bu kadar yıkılmış olamazsın. Gamsızın teki gibi davranmayı kesmeye mi karar verdin? Ayaklarının altından dünyayı çekmişler gibisin.

"Bir şeyim yok, şey hariç..." Gözünü gösterdi bir an. Gözlerine dik dik baktığımda ondan bahsetmediğimi bildiğini gördü ve iç çekti. "Kafam çok karışık Renjun, gidecek kimsem kalmadı. Özür dilerim, beni görmek istemiyorsan..." Son seçeneği olmama alınırdım karşımdaki Jaemin'den başka biri olsaydı. Yine de içimden dilime zehir aktığını hissediyordum. Bu yüzden konuşmak yerine dilimi ısırdım.

"Geç içeri. Uyuyacaktım ama lütfedip konuşacaksan değer." Çok da ısırmadım.

"Teşekkür ederim." Açtığım kapıdan içeri yürürken ne kadar küçük göründüğünü izledim. Cüsse olarak değil, bu konuda konuşacak son kişiyim belki, enerji olarak. Sönmüş gibiydi. Yanakları çökmüştü biraz ama o kadar uzun zamandır görmemiştim ki onu, bu yeni bir şey miydi bilmiyordum. O nereye oturacağını bilemeden, yabancı gibi ortada dikilirken dolaptan iki meyve suyu alıp kafamla ofisi işaret ettim.

"Ne dikiliyorsun? Geç içeri." Ellerine meyve sularını tutuşturup kapıyı kilitlemeye gittim. İçeri döndüğümde arkadaki koltuğun en köşesine sinmişti. Karşısına oturup yüzüne baktım. O da bana baktı. Sessizlik sürdü bir süre. "Gül cemalime bakmaya mı geldin Jaemin?"

"Bana kızgınsın değil mi?"

"Yoo."

"Evet. Tabii." İç çekip yüzünü ovdu. Saçları da dağınık. Saçlarını taramadan gezdiğini ilk kez görüyordum.

"Mark güzel çakmış."

"Evet. Annemler anlatmayı reddettim diye kavgaya karıştım sanıp canıma okudular."

"Anlatmalıydın öyleyse."

"Ne diyecektim-" Bir an celallenip başını kaldırdığında bomboş bakan suratımı görüp duraksadı. "Renjun ben artık hiçbir şey yapamıyorum..." Fısıltı gibi çıktı sesi bu sefer. "Korkudan nefes bile almak istemiyorum. Buraya nasıl geldiğimi bile bilmiyorum."

"Karşımda senden bir parça bile kalmamış gibi hissediyorum. Ne kadar kırıyor bu kalbimi bir bilsen..." Gözlerime bakmaya devam etti, sonra kaçırdı yutkunarak.

"Kendimi tanıyamıyorum artık."

"Eskiden nasıldın?" İçeceğini açıp önüne koydum. Randevularda tansiyonu düşenler, iyi hissetmeyenler için ve genel olarak ikram olsun diye buzdolabında tuttuğumuz içecekler, en az bir gündür düzgün bir şey yememiş gibi görünen Jaemin için idealdi şu an. En azından biz konuşurken bayılmazdı. "Hyuck anlatıyor hep. Çok aptalmışsınız."

dudaklarından dökülmeyecek kelimeler ve bir avuç papatya | markhyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin