↬eighteen

192 47 31
                                    

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

●●

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

●●

Hastaneye gelişin, Jake'in kim olduklarını bilmediği doktorlara seni emanet etmesi, kafasını kırmak istediği şerefsizin gelmesi... Jake uyukladığı dev cüssesini sığdıramadığı koltukla biraz daha yayıldı. Geçirdiği son kırk saatin kalitesizliği sinirlerini hoplatıyordu. Ne düzgün yemek yemiş be gözüne düzgün uyku girmişti. Başını kaldırıp yanıbaşında neredeyse tüm bedeni sargılar içinde uyuyan sana baktı. Hastane yolunda Atsumu'yu aramış ve acilen gitmekte oldukları hastaneye gelmesini söylemişti fakat tabii ki hastane güvenliği Atsumu'yu ameliyata almamışlardı. Ancak senin ameliyatın bittikten sonra ve durumun stabile döndüğünde seni Atsumu'nun hastanesine nakil etmişlerdi. Odada birikmiş sayızı çiçek buketi ve hediyelik çikolatalar bir yığın halinde köşede duruyorlardı. İş insanlarından gelmiş formalite icabı yazılmış geçmiş olsun dilekleri çiçeklerle birlikte aynen duruyorlardı.

Jake, haline birkaç küfür ederek koltuktan kalktı ve ağrıyan beline attı elini. "Orospu çocuğu." Aklına gelen her fırsatta yaptığı gibi bir kez daha Tomohiro'ya küfür etti. Kendini bu sefer isteyerek açığa çıkarmıştı. Geçen sefer mahkemeye zoraki gelse de işinizi görmüştü ancak şimdi oklar ona dönmüştü. Daichi senin isteğini göz önünde bulundurarak adamı hapse atmamıştı, şimdilik. İkinizin halletmesi gereken bir mesele vardı ilk önce.

2 gün önceki yağmurlu ve kapalı havadan eser kalmamıştı. Hava ısınmış, birkaç sakura açmaya yaklaşmıştı bile. Jake odayı havalandırmak adına hastanenin büyük camını araladı. Temiz havayla beraber şehrin gürültüsü de içeriye dahil olmuştu. Birkaç saniye dışarıyı kolaçan edip tekrar sana döndüğünde gözlerin kısık, dudakların (muhtemelen) fazla ışıktan bükülmüş bir şekilde Jake'e bakıyordun.

••

Hayatının bittiğini düşündüğün anda içinde hüküm süren çok fazla duygun vardı. Utanç, korku, özlem, pişmanlık ve huzur. Başarısız olduğunu abine söylemekten utanmıştın. Uğruna çok sevdiğin hayatını değiştirdiğin bu işte başarısız olduğunu belirtmekten ve de senin için bugüne kadar hayatlarını yarım bırakmış kişileri yarı yolda bırakmaktan utanmıştın. Sevdiklerini bir daha göremeyeceksin diye korkmuştun. Jake, ebeveynlerin, yurt dışındaki arkadaşların, diğer korumaların ve her ne kadar inkar etsen de Rintarou. Özlem, yıllardır özlediğin abinin içinden silip atamadığın o buruk his. Yapmak isteyip yapamadığın şeyler için pişmanlık ise maddi olarak yetersizlikten değil içinde yeterince motive olmadığından olmuştu. Ve huzur, sonunda kollarında huzur bulduğun abinin kollarına kavuşacaksın diye.

Ölümü simgeleyen lavinia çiçeklerini kendine aldığını düşünmüştün. Rintarou ve gözleri aklına gelmişti. Uzun bir süredir Amerika'da senin işini yöneten ve buradaki hayatından vazgeçmiş olan Simon gelmişti aklına. Senin için bugüne kadar birçok şey yapmış olan insanları yarı yolda bırakmandan duyduğun utançtan ağlamıştın bayılmadan önce.

Nefret ettiğin yoğun hastane kokusunu baskılayan bir çiçek bazlı oda kokusunun varlığı uyandığın ilk an gülümsene sebep olmuştu. Tam anlamıyla dilin damağına yapışmıştı ve boğazın acıyordu. Serum iğnesi takılı kolun ve işaret parmağının ucuna takılı nabız ölçer ilişti gözüne. Odanın iç diyaznı yanlış hatırlamıyorsan Atsumu'nun hastenesine aitti. Odanın bir köşesine yığılı çiçekler ve çikolatalar da kazanın cabasıydı. Yayılmıştı tabii herkese. Yeraltı dünyasında bir bilginin yayılması kurşundan daha hızlıydı. Yan tarafındaki koltuk üstündeki dağınık pelüş battaniye ve oda spreyinden basit bir şekilde anlaşılabileceği üzere refakatçin Jake'di. Gözlerine eziyet edeceğini bilerek odada bakmadığın taraf olan cam tatafına çevirdin yavaşça kafanı. Kafanı hareket ettirmen bile tüm vüdunun sızım sızım sızlamasına sebep oluyordu. Ve evet, jake siyah bir eşofman altı ve gri bir kazak ile camın önünde dikiliyor ve açık camdan dışarıya bakıyordu.

Arkasını dönüp seni fark etmesiyle gözlerinin içinin gülümsediğini görmüştün. Herkese sunduğu o samimiyetsiz gülüşten eseri olmayan bir şekilde sana en içten gülüşüyle yaklaştı. Konuşamayacağını bildiğinden gözlerini yanında duran pet şişe içindeki suya kaydırdın ve Jake anında sana içirmek için hazır oldu.

"Herkesi çok endişelendirdin." Farkındaydın tabii ki. Bunu söylemesi bile komikti. Su içmek için kendini zorlayarak yattığın yerde dikleşmeye çalıştın. Ancak karnındaki dikişin zorlandığını hissettiğin anda ve kolundan felaket bir acı beynini uyardığında bunu bıraktın. Jake halinden anlamış olmalı ki suyu bir kenara bırakıp seni yavaş ama oldukça dikkatli bir şekilde belinden ve kalçandan destekle doğrulttu. Bir kenarda hazırda beklettiği pipeti pet şişenin içine soktu ve ağzına yaklaştırdı. Birbirine yapışan dudaklarının acısına aldırmadan pilastiği dudaklarınla kavradın ve yanıp tutuşan boğazına istediği sıvıyı verdin.

"Bedeninde çok fazla ezikler var. Özellikle bacakların ve sağ kolun çok ezilmiş. Sol bacağında kırık var ama çok ciddi değil. Miden ve ciğerlerin ciddi hasar alan bölgelerin. Kaburgalarında ufak çatlaklar varmış Atsumu öyle söyledi. Ve karnına on iki sol bacağına da dört dikiş atmışlar.  Ameliyatını maalesef Atsumu yapmadı ama yapan doktorları araştırdığını ve iyi kişiler olduklarını söyledi." Jake bunları söylerken zorlanıyordu. Bu dünya üzerinde zarar gelmesinden en çok korktuğu ve herkesten sakındığı tek kişi sendin. Çocukluğunuzdan beri seni hep kollamış, kolları ardına almıştı. Seni bu halde ilk defa görüyor olmak onun içini paramparça ediyordu. Atsumu onu bilgilendirirken poker face'ini takınmış ancak senin yanına geldiğinde uzun yıllardır dökmediği ve seni arabada ilk gördüğü andan beri içinde tuttuğu gözyaşlarını dökmüştü.

"Özür dilerim."

"Özür dilenecek bir şey yok." Yağlanmış saçlarını okşarken sana burukça gülümsedi.

"Simon'ı ara. Zevkle öldüreceğiniz piçleri yakalamanın vakti geldi." Kendini zorlayarak yatağın hemen yanında duran Jake'in bedenine yaslandın. "Ölemedim. Tanrılar beni öldürmek istemedi belki de."

Odanın kapısının aniden açılıp içeriye hiç beklemediğin bir ismin girmesiyle heyecanlanmıştın. "İyi insan lafın üstüne geliyor demek ki."

Sana sırıtarak bakan sakalları minik minik çıkışmış hafif esmer adama sen de aynı şekilde sırırttın. "Uyuyan güzel diyorduk da çabuk uyandığına göre o kadar güzel değilsin herhalde." Sırıtman anında solarken hala sırıtan adama baktın.

"Yatalağım diye dilin çok uzamasın bak buradan kalkınca o sevgili M4'ünü bir taraflarına sokarım."

Elindeki yemek ve kahve poşetini küçük sehpanın üstüne bırakıp alnına hafif bir fiske attı. Sana sevgisini gösterme şekli böyleydi onun. Seni öpmezdi, sana sarılmazdı yalnızca alnına fiske atardı. Ellerini ceplerine sokup pelüş battaniyenin olduğu koltuğa kuruldu.

"Amerika'da işler nasıl gidiyor?"

"Battaniyeme pis götünü sürme lan!" Simon Jake'in sözü üstüne ona yan bir bakış atarak poposunun altından battaniyeyi çekti.

"Panama'ya gönderdiğin malların teslimatlatı sırasında sorun çıkartan birkaç eleman oldu en son. Polisler çok şüphelenmesin diye malları direkt sevkiyat yapmamıştık. Sonra birkaç genç çalmaya niyetlendi."

"Öldürmedim de bana."

"Ya orasını ben bilemem tabii."

"Simon! Çocuk diyorsun!" Gözlerini senden kaçıran adama karşı sinirle soludun. Jake eşliğinde odaya giren hemşireler ve Atsumu Simon'ın dilinden kurtuluşu olmuştu.

Hemşirelerin ardından yarım saat bile geçmeden elinde bir beyaz nergis demetiyle kapıdan içeri girip odandan bulunan iki kıskanç erkeği kudurtan Rintarou'ya bu sefer küçük bir gülümsemeyle baktın.

"Hoş geldin."

●●

Bir sonraki bölümü okumak istiyorsanız yıldıza basabilirsiniz 🫶🏻

ツᴜɴʜᴏʟʏ 「𝐬𝐮𝐧𝐚 𝐱 𝐫𝐞𝐚𝐝𝐞𝐫」Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin