"Dimağımda kalan o hatıran,
Dilimde zehirli bir bal hükmünde.
Aşiyanında aşknamelerimi söyler
Bülbülüm sana âşık hükmünde.Hayallerimde kalan o son parçan,
Gönlümde bir süngü hükmünde,
Şimdi sevdayı acıya dahil eder,
Hasretin cânıma ölüm hükmünde. "Şaşkın bir şekilde elimdeki defterin herhangi bir sayfasını okurken başımı kaldırıp Ömer'e baktım.
Evdeki duvar ustasıyla konuşuyordu. Koliden aldığım defteri tekrar kolinin içine koydum. Koliyi kaldırdım ve Ömer ile hem mescid hemde kütüphane olarak kullanacağımız küçük odaya gittim. İçerisi gül kokuyordu. Anlaşılan Ömer koku sıkmıştı. Gülümsedim ve derin bir nefes alıp kokuyu içime çektim. Sonra kolideki Ömer'in kitaplarını kitaplığa dizdim. Defteri yine elime aldım ve rastgele bir sayfa daha açtım.
''Arafat oldu şahidi, özrümün ve acımın
Gözyaşımı döküp Mekke'nin toprağına karıştırdığım pişmanlığım,
Sabırla mâşuğunu beklemekte bu canım,
Nankörlüğüm bulaşmış her zerreme, Rabbim...Et bir yardım''İşte şiirin bu kıtası gözlerimi yaşartmaya yeterliydi. Ömer iki yıl önce Umre'ye gitmişti ve anlaşılan Arafat dağındayken farklı bir ruh halindeymiş. Orada olup da kim etkilenmez ki? Kâinatın sevgili Efendisi'nin halka son seslendiği kutlu yer. Veda hutbesine, Sahabelerin acı ağlayışlarına , ilk evrensel bildiriyi duyuran ve Resulullahın vedasına mekan olan yer Arafat. Üstelik kainatın ilk iki güzel insanının buluşma noktası. Halbuki Hz.Adem Arafat dağının bir ucunda , Hz. Havva da diğer bir ucunda olmasına rağmen birbirlerini seneler boyunca bulamamışlardı. Bu tamimiyle nasip meselesiydi. Yakında olsan bile , çokça olsan bile eğer Allahu Teâlâ kulu imtihana tâbi tuttu mu en yakın yer en uzak yer oluverir insana...
Birbirini Allah için seven ilk iki insanın buluşma noktası Arafat. Onların vuslatının dağıdır Arafat...Gözyaşlarımı sildim ve defteri de rafa koydum. Başımı kapıya doğru çevirmemle korkudan bağırmam bir oldu. Ömer kollarını birbirine bağlamış ve kapının girişine yaslanmış bir şekilde gülerek bana bakıyordu.
''Hıh!''diye trip atıp koliyle ilgilenmeye devam ettim.
Ömer ''Betül , hala mı? Kaç kere özür dileyeceğim?''dedi sitem ederek.
''Beni üzmeden önce düşünecektin onu Ömer bey.'
Ömer sabır diledi ve gitti. Düğünümüze birkaç gün kaldığı için eşyaları yerleştiriyorduk. Nişanımızda olanlar yüzünde Ömer'e olan sinirim hala geçmemişti. Üstelik Yasir'in ne dediğini de söylememişti gıcık şey.
Kolideki tüm kitapları kitaplığa dizdikten sonra salona gidip yeni konulmuş pembe koltuğa oturdum. Ömer ise yemek masasının önündeki sandalyeye oturmuş bana bakıyordu. Sonunda dayanamadı ve ''Yani resmen koca salonu pespembe yaptın Betül, diyecek hiçbir şey bulamıyorum'' dedi. Başımı Ömer'e çevirmeden ''Oh olsun, ceza sana'' dedim. Ömer ayağa kalktı ve ''Ben senin eşinim Betül! Ne zamana kadar küs kalacaksın?''dedi.
Hiç cevap vermedim ve etrafa bakınmaya devam ettim.
''Şu çerçeveyi yamuk mu astım acaba?''dedim.
Ömer onu takmadığımı anlayınca hışımla ayağa kalktı sonra gelip yanıma oturdu.
Böyle yapınca güldüm.''İyi tamam bende küstüm'' dedi çocukça.
''O zaman neden yanıma oturuyorsun başka koltuk mu yok?''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nasipten Öte
EspiritualSahi, sevdiğin imtihanın olur muydu? Ve bir gün, o imtihanın ellerinden kayar mıydı? Yüzünde bir gülümsemeyle veda edebilir miydin sevdana? Hiç sevmemiş gibi. Ettiğin duaların O kişi için kabul olunmadığını, dualarının tecellisini başkasında görd...