(Ömer'in ağzından yazılmıştır.)
Bir rüya...
İki yıl önce düşüme bir ay ve bir güneş düştü.
Ay'ın güzelliğiyle mest olurken Güneş'in samimiyetiyle yandım. Eridi yüreğim, gülizarlara su oldu, toprak oldu. Aşk mertebesinde basamak oldu yüreğim.
O Güneş ki herkesi ısıttı, herkesi sevgisiyle, şefkatiyle kuşattı. Lakin kırdılar O'nu ve O'nun yarenlerini.
Teessür ettiler O(sav)'nu.
Yine de o Güneş doğduğu günden beri hiç ufkun ardına kaçmadı, ötelere saklanmadı. O Güneş büründüğü örtüsünden sıyrılıp nübüvvet sancağı oldu, Hatemü'l Enbiya oldu...
Gök kubbe...
Üzerime yıkılacak sanki. Yıldızlar teker teker omuzlarıma düşecek, arz ayaklarımın altından kayacak sanki.
Belki uzaktan sevmek çok kolaydı. Adını her duyuşta elini kalbine koymak ta çok kolaydı. Hatta belki O(sav)'nu anlatmak ta kolaydır. Lakin hissetmek? Ve hissettirmek... Oysa ne çok ümidi var bizden. Biz ahir zaman gençlerinden. Peki biz ne yapıyoruz? Davamızı savunuyor muyuz korkusuzca, bize verilen İslamı farzıyla sünnetiyle vacibiyle yaşayabiliyor muyuz? O(sav) büründüğü örtüsünden sıyrılıp korkusuzca İslam'ı tebliğ edip, En Büyük Dost'un En güzel dostuyken biz nefisimizin gayrimeşru heveslerimizin o zifiri karanlık örtüsüne daha çok gömülüyoruz. Nerede İslam'ın gençleri, nerede Ehl-i Beyt'in manevi torunları, nerede Asım'ın nesli, heyhat! Ki bu dünya ne bedbaht.
Özür dilerim Gül(sav)'üm, özür dilerim. Seni unutarak yaşadığım her an, davamı omuzlarımdan düşürdüğüm her an için. Ya Gaffar! Beni, bizi, tüm ümmet-i Muhammedi'yi affet!
...
Burnuma gelen kokusunun ciğerlerime dolup tüm hücrelerime karışmasıyla ürperdim ve mest oldum. Bu koku O(sav)'nun kokusuydu. Yıllar sonra yine oturduğum bu yerde oturup Ravza'ya girmeyi bekliyorum. Mescidin içi kalabalık. Herkeste bir heyecan. Önümüzde namaz kılanlar, Kur'an okuyanlar, tespih çekenler...
Bu atmosferi ne kadar da özlemişim Ya Rabb!
Düşüncelerimden sıyrılıp yanımda oturan babama döndüm heyecanla.
Önünde sabit bir noktaya bakıyordu gözlerini hiç kırpmadan. Babamın baktığı yöne doğru çevirdim başımı. Ravza'ya girme sırasını bekleyen Türk adamlar vardı tıpkı bizim gibi. Babamı bu kadar dikkati baktıracak ne vardı ki başka?
Yavaşça babamı dürttüm. Bu hareketime rağmen bir milim kıpırdamadı. Hala önündeki o sabit noktaya doğru bakıyordu. Yüzüne dikkatle baktım. Ne hissettiğini çözemedim. Biraz korkmuş, dehşete düşmüş, ama bir yandan da mutlu, huzurlu gibi... Şaşkınlıkla babamı izlerken önümüzde onlu yaşlarında bir çocuk durdu elinde iki bardak suyla.
İki suyu da uzatarak, ''Zemzem içer misiniz ağabey?''diye sorup elindeki iki bardağı uzattı. Uzattığı iki bardağı da alıp teşekkür ettikten sonra tekrar babama döndüm. Elimdeki bardaklardan birini babama uzattım. Yine hiçbir tepki vermedi. Bu sabrımı taşıran son damlaydı. Babamın elini tutup avucunun içine zemzem dolu bardağı koyup bardağı tutmasını sağladım. Bu hareketim karşısında babam gözlerini sabitlediği noktadan bardağa doğru çevirdi.
''Hadi baba, şifa niyetine iç.''
Babam elindeki bardağı mescidin çiçek desenli kırmızı halısının üzerine koyup bana doğru döndü.
''Oğlum, ne yaptın sen bana?''. Bu hiç beklemediğim bir soruydu.
''Zemzem verdim ya.''
''Oğlum neden yaptın bunu?''dedi koca bir hayal kırıklığı içerisinde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nasipten Öte
SpiritualitéSahi, sevdiğin imtihanın olur muydu? Ve bir gün, o imtihanın ellerinden kayar mıydı? Yüzünde bir gülümsemeyle veda edebilir miydin sevdana? Hiç sevmemiş gibi. Ettiğin duaların O kişi için kabul olunmadığını, dualarının tecellisini başkasında görd...