20: İHANET GÜLLERİ

137 19 38
                                    

Oy vermeyi ve yorum yaparak destek olmayı unutmayın lütfen.

***

***

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

20. Bölüm: İHANET GÜLLERİ

Kaybolan yüzlerce haikat sonucunda insan bambaşka bir kıtada bulur kendini. Bu kıtanın kelimeleri birer ihanet sözcüklerinden oluşturulmuş, toprağı hazımsızlık ile beslenmiş olabilirdi de. Bizler ölümlüydük. Ölüm ise  kaderin bize en içten gülümsediği sınır çizgisiydi. Herkes o sinsi gülümsemeyi görmemek için direnirken bir kesim artık bu toprakların özünde bir gram sevgi bulamaz hale gelir. Başkalarının kendisini yakaladığı fidan dolu topraklar, bambaşka hayatlarda kaderin sinsi gülümsemesini gösterebilirdi. 

Ayakları altındaki toprak kayar gibi olduğunda bunun tamamen güçsüzlüğünden kaynaklandığını fark etti Gevheri. Sırıtnda hastalığı sebebiyle kırk beş kiloya düşen biricik sevgilisini iki gündür taşıyor oluşu onun da bedenini hırpalamıştı. Ama Kral Douglas'ın zaman geçtikçe güçlendiği için ihtişam kazanan sarayının duvarları artık yakındı. Görüyordu, Azize'nin ardında kaldığı duvarı görüyordu. 

Kapıdaki muhafızlar, Kraliçe'nin gelen ihtiyaç sahiplerini geri çevirmemeleri konusundaki ikazlarını ezberledikleri için kapıya yaklaşan ve üstü başı perişan halde olan adamı sadece kontrol ettiler. Gevheri inatla bu hayatta kendisine eşlik edebilecek tek kadını sırtında taşımaya devam etti. Askerlerden biri şifa odasına kadar adama eşlik ederken ağzından tek bir laf alamayacağını üç adım atmalarıyla anlamıştı. Bir başka asker ise kendi odasında, masası üzerindeki kağıda bir çocuk anatomisini işleyen Kraliçe'yi çağırmaya gitmişti.

Sonunda Gevheri, yatağa genç kızı koyduğunda İlya odasından ayrılmıştı. Koşar adım şifa odasına geldiğinde sırtı kapıya dönük, üzerinde eskimiş bir palço ile yırtılmış ayakkabılar giyen adamı fark etti. 

"Hekim Efendi'yi de çağırın." dedi İlya ve yorgun adamın dikkatini üzerine çekti. 

Gevheri bir askerdi. Eskiden onuru için koruduğu eyalet prensesine gönlü düşmüştü. Aşkı onu zehirli bir sarmaşık gibi sarmış, içten içe tüketirken aynı duyguların hiddetinde savrulan kadın bambaşka bir zorunluluk ile mücadele içindeydi. Evlenmek üzereydi ve son çaresi, kaçmaktı. 

İlya, uzanan kadınla ilgilenirken adama, "İstersen oturabilirsin." dedi. 

"Onu bırakmayacağım." dedi Gevheri. 

"Bizim topraklardan değilsin, belli." dedi İlya ve şişelerle dolu rafa yöneldi. Fakat bu sırada ısrarla devam etti. "Halkımızın her biri iyi giyinir, yer, içer." 

"Doğrudur Kraliçe." dedi Gevheri. "Sin'den geliyorum." Bu ileriki tarihlerde 1. bölge olacak topraklardı. İlya yavaşça eski muhafıza döndüğünde adamın kara gözleriyle göz göze geldi. Dudakları arasına varan,  dilinden taşmak üzere olan kelimeleri kadının çelimsiz öksürüğü bölmüştü. 

İBLİSLER VE AZİZELERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin