Vaveyla: çığlık, feryat.Dört yıl önce kopan bu vâveylâ sonunda kesilmişti. Asıl gerçeğe kavuşulmuştu. Seonghwa, Hongjoong'un boynuna inci kolyeyi takarken bu gerçeği hissedebiliyordu.
"Çok güzelsin." diye fısıldadı ve Kim'in beyaz boynuna hafif bir öpücük kondurdu. Bunu seviyordu. Sevgilisini şımartmak onun günlük rutinlerinden biri haline gelmişti.
Hongjoong karşısındaki aynadan Seonghwa'yı izlerken gülümsedi. Arkasını döndü ve kollarını Seonghwa'nın geniş omuzlarına koydu. Gülümsüyordu. Ancak endişeli de gözüküyordu.
Seonghwa Kim'in yanaklarını öperken sordu: "Sorun ne?" Hongjoong büyüttüğü gözleriyle Seonghwa'ya baktı ve dudaklarını büzdü.
Yaklaşık bir ay önce Seonghwa, Jia'yla yaşadığı 'tatsızlık' yüzünden şirketteki konumu sarsıntı içerisine girmişti. İşler hiçbir zaman Jia'nın yanına kalmayacağı için babasına söyleyip bir şekilde Seonghwa'ya zarar vermeyi başarmıştı.
Şirket CEO'sunu ikna etmeyi başaramayan Seonghwa başka bir şirkete geçmek durumunda kalmıştı ve maalesef hiyerarşi denen bir şey vardı. O yüzden dilediği gibi tekrar COO olamıyordu.
Seonghwa şirketten ayrıldığında Kim orada bir saniye bile durmak istememişti ve istifasını anında takdim etmişti. Elbette gitmeden önce tek dayanağı zengin babası olan Jia'ya haddini bildirmişti ancak bu bir sır olarak kalacağa benziyordu.
Ve şimdi Kim'in endişe duyduğu şey artık eski rahatlıklarına sahip olmadıklarıydı.
"Bundan sonra ne olacak dersin?" diye sordu Hongjoong.
"Hiçbir şey. Sadece aptallığım yüzünden ayrı kaldığımız dört yılı kıçının dibinden ayrılmayarak telafi etmeyi düşünüyorum."
Hongjoong gülümsedi. Belki bu kadar umursamaz olmak kötü bir şeydi ancak tek eğlencelerinin bu olduğunu biliyordu ve bu hoşuna gidiyordu.
"Ya sen?" diye sordu Seonghwa. "Sen ne olacak dersin?"
"Bilmiyorum," dedi Hongjoong ve ardından sırıttı. "Ancak bildiğim başka bir şey var."
"Neymiş o bildiğin başka şey?"
Hongjoong yüzüne o sinsi gülümsemesini takındığına Seonghwa'nın kulağına fısıldadı: "Gece öğrenmek çok daha hoşuna gider."
"Öyle olsun Hongjoong-sshi," diye mırıldandı Seonghwa. "Ama bu tavırlarının bedelini ağır ödersin, aklında bulunsun."
"Seve seve." dedi Hongjoong flörtöz bir ses tonuyla. Cidden böyle konuşmalar yapmayı özlemişti. Ona eskisi gibi hissettiriyordu ve bunu Alex'le birlikteyken asla hissetmemişti. Veya hissetmek istememişti ve bunun kendisinden kaynaklı olduğunun her zaman farkındaydı. Alex için üzülmüyor değildi ama ondan ayrılığı için pişman da değildi. Tek pişman olduğu şey aklında Park Seonghwa varken başkasıyla ilişkiye başlamasıydı.
Ancak Seonghwa bunun için Kim'e kızmıyordu. Hatta bununla hakkı olduğunu bile düşündüğü olmuştu. Evet, ikisi de zamanında hatalar yapmıştı ve bu hatalar büyük sorunlara yol açmıştı.
Ancak,
İki ruh. Birbirlerine muhtaç olan iki ruh.
Onlara özel olan şey buydu: Ne yaparsak yapalım, ne kadar ayrı düşersek düşelim, ruhlarımız asla ayrılmaz. Benim içimde sen, senin içinde ben varım. Tıpkı istiridye ve inci gibi.
Hongjoong onu saran büyük bedene sarıldı ve başını omzuna yasladı. "Seni sevdiğimi biliyorsun, değil mi?" dedi gözlerini kapatırken.
"Biliyorum sevgilim," dedi Seonghwa. Kim'in kalp atışlarını hissedebiliyordu. Şu an mümkün olsa bu küçük bedeni alıp içine sokabilirdi. Hongjoong'un böyle konuşması kadar ona tatlı gelen başka bir şey yoktu.
"Ben de seni seviyorum." dedi ve küçüğünün yeni boyanmış mavi saçlarını öptü.
✧
final 😜😭😨🥰🤪💀😇👍😈👋
öncelikle bu fic'i cidden sıfır beklentiyle yazmaya başlamıştım. okuyan her bir kişiye teşekkür ediyorum harikasınız. 😘😘
ayrıca mümkünse bu fic hakkındaki düşüncelerinizi bilmek isterim. iyi veya kötü hiç fark etmez, sadece güzel bir iş yapmaya çalıştım. 🥳🥳
ŞİMDİ OKUDUĞUN
vaveyla| seongjoong
Fanfiction"Eğer ben bir istiridyeysem, sen de benim sakladığım kıymetli incimsin Park Seonghwa." Park Seonghwa, dört yıl önce kaybettiği aşkı tekrar aynı kişide bulur. . . . •smut!