"Eğer ben bir istiridyeysem, sen de benim sakladığım kıymetli incimsin Park Seonghwa."
Park Seonghwa, dört yıl önce kaybettiği aşkı tekrar aynı kişide bulur.
.
.
.
•smut!
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Park Seonghwa gece yarısına kadar oturmuş, yarım kalan işlerini masaüstü bilgisayarında halletmeye çalışıyordu. Bugünlerde düşündüğü tek şey işti. Hayır. Kim Hongjoong. Sadece kendini bu yalana inandırmaya çalışıyordu. Sadece işi önemsediği yalanına. Çünkü bu onun imajıydı. Dışarıdan hepimizin mükemmel olarak tanımladığı, işine sadık bir iş adamı imajı oluşturmuştu kendine. Ancak Kim şirkete geldiğinden beri bunu koruyabileceği hakkında endişeleri oluşmuştu. Onun sesini duyunca bile baştan aşağıya titremeye başlarken, nasıl onu gerektiğinde azarlayacağını düşünüyordu. Bunu yapamazdı.
Ona sinirlenme hakkını bile kendinde görmüyordu. Seul'e geldiği zamanlarda araları çok açılmıştı. Veya Park Seonghwa aralarını açmıştı. Bir saat bile ayrı kalamadığı sevgilisini taşındıktan sonra en fazla iki defa arar olmuştu. 'İşiyle kafayı bozmuş bu.' diyebileceğimiz tiplerden birine dönüşmüştü Park. İş hırsı, sevgisinin önüne geçmişti. Günler geçtikçe mesajlarına dahi bakmaz olmuştu. Daha sonra, bir fotoğraf: Hongjoong ve Chan. Seonghwa'nın ölesiye nefret ettiği Chan.
Fotoğrafta yanlış anlaşılacak hiçbir şey yoktu. Herhangi bir temas, bir samimilik gözükmüyordu. Ancak Seonghwa yine de sinirlenmişti. Hongjoong'u o piç kurusuyla görmek canını sıkmıştı. Hongjoong'u aradı. Kavga ettiler. Hongjoong kendisini ne kadar ihmal ettiği hakkında bağırıp çağırdı. Seonghwa ise o aptal kıskançlık krizlerinden birini yaşıyordu. Her ikisininde bu kavganın her şeyin sonu olacağından haberleri yoktu.
Olan oldu. Kocaman bir yanlış anlaşılma. Sonrasında mahvolan aşk. Hongjoong'un Park Seonghwa'yı bir başkasıyla yatakta çekilmiş olan fotoğrafı görmesiyle mahvolan aşk.
O fotoğrafı gördüğü an ortadan resmen kayboldu Kim. Telefon numarasını değiştirdi, Seonghwa'yı her yerden engelledi. Seonghwa onu defalarca aradı. Bekledi. Beklemesinin aptallık olduğunu biliyordu, ancak beklemeye devam etti. Dört yıl oldu. Dört yıl.
✧
"Anlat bakalım, neler oldu?" diye sordu Yunho. Seonghwa ile beraber kahve molasına çıkmışlardı. Seonghwa sıcak americano'sundan bir yudum aldı ve konuştu: "Kesinlikle...hiçbir şey."
"Ne demek hiçbir şey? Ben Hongjoong yüzüne okkalı bir tokat atmıştır diye tahmin etmiştim."
"Annesinin öldüğünü söyleyince tokat yemiş gibi oldum zaten,"
Yunho bu acı haberi öğrenince içtiği kahve resmen boğazında kaldı ve öksürmeye başladı. Seonghwa arkadaşının sırtına hafifçe vurdu ve devam etti: "Ve bunları anlatırken o kadar ruhsuz konuştu ki benimle...ne diyeceğimi bilemedim. Ben...utandım Yunho."
"Dostum...bu cidden çok kötü."
Evet diye düşündü Seonghwa, evet bu çok kötü. Şirkete geldiğinden beri yalnızca Kim'i bir defa kendisine belgeleri teslim etmeye geldiğinde görmüştü. Kim onun suratına bakmıyor, sadece işini halledip sonrasında onun yanından ayrılıyordu. Seonghwa her ne kadar geçmişi konuşmak istesede şirket ortamında olduğunu hatırlıyor, kendisine hemen çeki düzen veriyordu. Şirket'in CEO'su Seonghwa'ya cidden çok güveniyordu. Onu işe aldığından beri bu çocukta bir ışık farketmişti ve onu -belki de şirketi devredecek bir oğlan çocuğu olmadığı için- oğlu gibi görüyordu. O yüzden Seonghwa artık kimsenin güvenini kırmak istemediği için imajını her daim korumaya kararlıydı.