1

460 53 123
                                    

Saat altı civarıydı. Geceyi masamda devirmiştim yine. Ayın zarif ışıkları kendisini güneşin güçlü kollarına bırakırken, ben masanın başında ders notları alıyor, vücudumla uyumamak için savaşıyordum.

Bu süre zarfında kendime hiç bakmamıştım, ama gözlerimin kan topladığına emindim. Evden çıkma saatim yaklaşıyordu. Bunu görünce notlarımı toparladım ve doğruca lavaboya gittim. Yorgun gözlerime bir çare bulmalıydım. Aynanın karşısına geçtiğimde düşündüğüm gibi gözlerimin kan topladığını gördüm ve hemen birkaç ıvır zıvır krem ile gözaltlarıma masaj yapmaya başladım.

Koyu gri halkalar, parmaklarımla yaptığım masajın ve belki de kremin etkisiyle biraz olsun dağılmaya başlamıştı.

Gözlerimi idare eder bir seviyeye getirdikten sonra odama geri döndüm. Kendimden haylice uzun, beyaz, kapaklarında aynalar olan dolabımın karşısına geçtim. Kapağı açtım ve bugün ne giymek istediğimi düşünmeye başladım.

Her zaman kıyafetlerime, saçıma, dış görünüşüme özen gösterirdim. Doğruyu söylemek gerekirse gösterdiğim bu özen her ortamda farkedilmeme sebep oluyordu. Fakat bu durum benim için can sıkıcı bir durum değildi. Çünkü ilgiyi seviyordum. Buna narsistlik mi yoksa ego mu denilirdi bilmem, fakat çoğunluğun nefretine rağmen ben her zaman buydum. İlgiye aç, kibirli ve narsist...

Sahip olduğum bu kibrin yerinde olduğunu düşünürüm çoğu zaman. Diğer kırmızı kanlı insanlara karşın her zaman daha başarılıydım, her zaman kendimi daha da geliştirmek üzere çabalardım. Fakat diğerlerinin hayattaki tek başarısı genellikle birlikte oldukları insan sayısı gibi gereksiz niteliklerdi.

Ben bu değildim. Ben Nancy Kosamov'dum. Ben ailemin asil beyaz kanını taşıyordum. Benim kırmızı kan akıtan insanlar gibi tembellik etme lüksüm yoktu. Her zaman daha ileri gitmeli, daha yükseğe çıkmalıydım. Çünkü benim taşıdığım bu asil kanın mücevheri buydu.

Hep daha ileri.

Beyaz ve mavi, aynı bütünlüğün parçası olduklarında mükemmel görünürdü. Öyle ki, paletimde karıştırmayı en çok sevdiğim iki renkti. Benim paletim, benim bedenimdi. Ve bu zümrütten kıymetli paletin üzerinde renkli ebruliler yapmak, bedenime gösterdiğim küçük bir minnetti.

Giyindikten sonra aynanın karşısına geçtim ve son bir kez kendime baktım. Mavi şortun üzerine beyaz bir crop-top giymiş, ayakkabı olarak beyaz çizmelerimi tercih etmiştim. Son halime baktığımda, bir kez daha ne kadar büyük bir özenle yaratıldığımı hatırlamıştım.

Yüce tanrı beni, bizi ışığın parlaklığı ile yaratmıştı. Bize, kendi ışığından bir parça bölmeyi layık görmüştü. Biz tanrının, kendisine en yakın olan çocuklarıydık. Tanrının dünyadaki gölgesiydik.

Kısa bir düşünce fırtınasından sonra makyaj masama geçtim ve uzun, sarı saçlarımı sağ omzumda toplayıp yavaşça taradım. Sonrasında kendime yakıştırdığım, genelde her gün yaptığım makyajımı yapmaya başladım.

Makyajımı yaparken, ruhumun kasırgalarını biraz olsun dindireceğini düşündüğüm klasik bir müzik açtım arkadan. Fakat yine de belli bir noktaya kadar işe yarıyordu bu. Genelde işin sonunda açtığım müzik, kadrajın uzağında kalan bulanık bir figür haline geliyordu düşüncelerimin arasında.

Makyaj yapmayı severim. Doğal güzellik umrumda değil. Yüzümü renklerin uyumunda kaybolurken görmek beni en çok motive eden şeyken birkaç insanın "Ağır makyaj yapan kadın çirkindir." demesi beni yıpratmaz. Çünkü doğal halimin de onların ıslak rüyalarına gireceğini bilirim.

Makyajımı bitirdikten sonra boynuma sıktığım tatlı kokunun odada bıraktığı o şekerli esinti ile çıkmıştım evden.

Yine klasik sabah trafiği, yine klasik insanlar... İnsanlar... Hepsi birbirinden farklı görünüyordu. Ama hepsinin takındığı yüz ifadesi, hayattan yorulmuş ruhları, ne kadar renkli giyinirlerse giyinsin, kıyafetlerinin içinde siyah beyaz bir karikatür gibi görünmelerine sebep olan boş gözleri... Hepsi bir noktada buluşup, aynı oluşlarını kutluyorlardı sanki.

BEYAZ KANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin