Yaptığımız tartışmanın ardından Abel evden çıkmıştı ve onu bir daha görmemiştim. Herhangi bir telepatik bağlantı da kurmamıştı. Yalnızca hizmetçilerin beni sürekli kontrol etmesini tembihlemiş olacak ki isimleri yerine numaraları ile seslendiğimiz hizmetçiler evde kaldığım günler boyunca etrafımda pervane olmuşlardı.
Kaslarıma iyi gelecek vitaminler getiriyor, sürekli olarak bir arzumun olup olmadığını soruyor, her saat başında yiyecek bir şeyler getiriyorlardı. Gösterilen bu ilgi Abel'in evden kaçmadığımdan emin olması için miydi yoksa gerçekten iyileşmem için ellerinden geleni yapıyorlar mıydı, emin değildim.
Evdeki çalışanların üniformaları; beyaz, bileklerinden biraz yukarıda, yakası jile şeklinde olan sade bir elbiseydi. Kendilerinin de beyaz tenini, beyaza yakın sarı tonlarında olan saçlarını dikkate alırsak, yürüyen birer ruh gibi görünüyorlardı. Kırmızı kanlı insanların dünyasına ayak uydurmuş gibiydiler. Hatta bu dünyadaki insanlardan da ruhsuz ve boş görünüyorlardı.
Dışarıdan ruh gibi görünen bu beyaz kanlı insanların da perdenin arkasında bir hayatları olduğunun farkına varmak, beni oldukça tuhaf hissettiriyordu. Sadece verilen komutları yerine getiren, gereksiz yere konuşmayıp, yüzlerinde ifade olmayan bu kadınların da geride bıraktıkları aileleri, arkadaşları belki de sevdikleri vardı. Fakat burada hizmetçilik yaptıklarına göre Abel onları da himayesi altına almış ve geçmişlerini unutturmak zorunda bırakmıştı.
İçten içe onlara acıyordum. Hayatları boyunca belki kendilerinden birkaç yaş büyük belki birkaç yaş küçük fakat neticede akranları olan bu adamın her söylediğini yerine getirmek zorundaydılar. Kendi hayatları yoktu. Eğer kendi hayatları olsaydı, onları en azından bir kere sohbet ederken görmüş olurdum. Ya da telefonla konuşurken, gülümserken, üzülürken... Fakat burada kaldığım günlerde bu insani fonksiyonların hiçbirini görmemiştim onlarda.
Onlara acıyordum, onlara acıyordum fakat ben onlara acıyabilecek en son insandım. Çünkü biliyordum ki, günün sonunda ben de onlarla aynı kaderi paylaşıyordum. Mavi dolunay için ister dört sene, ister sekiz sene hatta kırk sene beklesem de, gerçeklerle yüzleşmem gerekiyordu. Benim bir kan yeminim vardı. Ve bu yemin, benim rızam olmasa da vardı. Bu yüzden yıllarca hatta belki de ömrümün sonuna dek Abel'in beni hizmetkarlığından feshetmesini bekleyecektim. Tıpkı o beyaz elbiseli, yürüyen ruh kadınlar gibi...
Bugün 10 ekimdi. Bir haftadır burada kalıyordum. Ve bu bir hafta içerisinde Hiç kimseyle konuşmamış, evden çıkmamıştım. Benim için oldukça sıkıcı geçen bu günlerde iyice bakımsızlaşmış, aynaya bakmaktan utanır olmuştum. Tek yaptığım kitap okumaktı. Son bir hafta içerisinde Abel ile aramızdaki tek iletişim bu olmuştu. Bana hizmetçilerinden kitaplar gönderiyor, gönderdiği kitapları okumamı söylüyordu. Gelen kitapların bazıları güçler hakkındayken, bazıları sadece romandı.
Takdir edilir ki son günlerde güçler hakkındaki konulara çok fazla maruz kalmıştım. Bu yüzden kafamın biraz dağılması için araya birkaç tane roman serpiştirmişti. Güzel bir fikirdi doğrusu. Gerçekten işe yaramış, beni biraz olsun içinde bulunduğum durumları düşünmekten uzaklaştırmıştı. Biraz olsun başka hayatların içine dahil olarak rahatlamıştım.
Sabah uyandığımda yine 2 numaralı hizmetçi kahvaltımı tam vaktinde getirmişti. Cevap vermeyeceğini bilsem de teşekkürümü etmiş, tepsi masa ile buluştuktan birkaç saniye sonrasında odada yalnız kalmıştım.
Verilen yemeklerin protein oranları her zaman eşitti. Yeterli miktarda karbonhidrat, yağ ve protein alıyordum. Yine orantıları özenle hazırlanmış bir tepsi duruyordu karşımda. Her sabah kahvaltısını meyve veya kahve ile geçiştiren vücudum ilk zamanlar bu kadar yemeği kabul etmese de sonraları alışmıştı, hatta iştahım yerine gelmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEYAZ KAN
Teen FictionTanrı sahip olduğu kudretli ışıktan bir parça bölmüş ve beyaz kanlı insanlara vermişti. Bu yüzden beyaz kanlı insanlar, tanrının kendisine en yakın olan çocuklarıydı. Nancy Kosamov, beyazlar dünyasında doğmuş psişik bir insandı. Hükümetin onu kırmız...