Bana yaptığı atak sonrasında bir tüy gibi yan tarafa savrulmuştum.
Soğuk toprağa çarpmayı beklerken, çarptığım yer sıcak bir beden olmuştu. Abel'in kucağında olduğumu fark ettiğimde anlamıştım yere çarpmamam için beni tutmaya çalıştığını.
Kafamı kaldırdığımda Abel'in gözleriyle karşılaşmıştım. Yüzünde ne yaptığını bilmeyen, şaşkın bir ifade vardı. Anın verdiği heyecan ile ne yapacağımı bilememiş, öylece kalmıştım. Başından beri onu takip etmeme sebep olan, başımı döndüren o kokusunu şu an iliklerime kadar hissediyordum.
Ellerim, ayaklarım karıncalanmış, sanki yere prangalanmış gibiydim. Zihnim kalkmamı söylüyordu fakat bedenim kilitlenmişti. Tuhaf olansa bu durumu Abel'in de yaşıyor olmasaydı. Hiçbir şey söylemeden, hareket etmeden öylece birbirimize bakıyorduk. Etraftaki bulanıklık, duyduğum sese irkilmem ile son bulmuştu.
Bahçenin metal kapısı açılmıştı. Abel ile gözlerimizi kapıya çevirdiğimizde afallamış bakışlar ile bize bakan Melody'i görmüştük. Gördüğü manzara karşısında şaşkınlığını gizleyememişti. Fakat tavrını bozmamış ve Abel ile konuşmuştu.
"Efendim, içeride konuşmamız gereken bir konu var."
Kapı açıldığı anda hemen ayağa kalkmış ve Abel'e geçmesi için yol vermiştim. Kalbimin çarpıntısı, beni bayıltacak kadar hızlı ve kontrol edilemezdi. Fakat yaratılışım gereği sahip olduğum soğuk ifadeden ödün vermemiştim. Vücudumdaki adrenalin durmak bilmeksizin yükseldiği anlarda dahi bozmazdım bu ifadeyi.
Abel de ayağa kalkmış ve yöneldiği kapıdan çıkmadan evvel son bir defa gözlerime bakarak içeri girmişti.
Büyük bahçenin ortasında öylece kalmıştım. Kendimi sakinleştirdikten sonra Melody'nin bahsettiği durumun ne olduğunu merak etmiş ve peşlerinden içeri girmiştim.
İçeri girdiğimde Melody ve Abel'in merdivenlerden çıkarak yurt bölümüne ilerlediğini görmüştüm. Bundan sonrasında takip etmemin etik olmayacağını düşünmüştüm. Kapının önünde Abel'in gelmesini beklemeye başlamıştım. Bu sırada kendi aralarında çalışan beyaz kanlıları izliyordum.
Kimisi elektriği kontrol ediyor, kimisi görünmez oluyor, kimisi ise dövüşürken oradan oraya ışınlanıyor ve karşısındaki kişinin gerçeklik algısını kaybetmesine sebep oluyordu. İçerideki herkes birbirinden güçlüydü fakat kimse yenilmez değildi. Sahip olduğumuz güçlerin sınırı olmadığını görüyordum baktığım her öğrencide.
Benim de birgün onlar gibi olacağımı, belki de fazlası olacağımı düşündüğümde içimi tatlı bir heyecan kaplamıştı. Fakat bu heyecan, bu kadar kişinin ne için çalıştığını hatırladığımda nefes kesici bir gerginliğe dönüşmüştü.
Gücümüzü, iki dünya arasındaki köprüleri sonsuza kadar yıkabilecek bir savaş için eğitiyorduk. Ne yaşamımız garantiydi, ne de ölümümüz.
Düşüncelerimin arasında koşuştururken, birisi yanıma gelerek durmama sebep olmuştu.
Gelen kişi orta boylarda, küllü kumral saçları olan, gri gözlü bir oğlandı. Siması çok uzak değildi, fakat derinlemesine incelediğim birisi de değildi.
Sıcak bir gülümseme takındıktan sonra ellerini beline yerleştirdi ve konuşmaya başladı
"Nasıl, alıştın mı?"
Uzun zaman sonra enerjisi bu kadar sıcak birisini ilk defa görmüştüm. Kendim sakin bir halde olsam da, verdiği enerji içimi ısıtmıştı. Gülümseyerek cevap verdim
"Evet, ilk zorlukları aştım diyebilirim."
Küçük bir kahkaha atarak konuşmaya devam etti
"İlk zorluklar sondakilerden daha kolaydır. Bu kadar hızlı aşman çok iyi. Peki gücün ne durumda? Efendimiz seninle bu kadar yakından ilgileniyorsa ekstra şeyler biliyor olmalısın."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEYAZ KAN
Teen FictionTanrı sahip olduğu kudretli ışıktan bir parça bölmüş ve beyaz kanlı insanlara vermişti. Bu yüzden beyaz kanlı insanlar, tanrının kendisine en yakın olan çocuklarıydı. Nancy Kosamov, beyazlar dünyasında doğmuş psişik bir insandı. Hükümetin onu kırmız...